Bismillahirrahmanirrahim
Makaleme başlamadan evvel başlıkdaki üç kelimeyi biraz deşelemek istiyorum.
Bu kelimeler "zayıf" . "at" ve "kıble" kelimeleridir.
Anadaoluda bir söz ve deyim olan "zayıf atın kıblesi olmaz" cümlesindeki "zayıf" kelimesi, "şişman" kelimesinin zıddı olmayıp bilakis "kavî" (güçlü, kuvvetli ve dirâyetli) kelimesinin zıddına müsemma kılınmıştır.
"At" ise cihad meydanlarında kişneyen ve nallarıyla ateş çakan kıymetli bir binektir. Binâenaleyh kişneyenlerle anıranları aynı kefeye koymak, atlara karşı büyük bir saygısızlıktır. Çünkü kişneyen'in dünyaya getirdiğine tay, anıran'ın doğurdüğüna ise sıpa denir.
"Kıble" ise kendisine doğru dönülen cihet, yön ve taraf olup, (1) namazdada kabe'ye doğru dönüldüğü için kabe de kıbledir.
Duâ da ise kıble, semâ olduğu için eller yukarı doğru döner. Avuç içinin semâya dönmesi, Allah'a (cc) mekan tayin etmez. Tıpkı namazda bedenlerimizin kabeye doğru dönmesinin mekana isnad etmemesi gibi.
Zayıf atın kıblesi olmaz sözündeki zayıf at, haddizatında insandır. Böyle bir insanın kıblesinin olmaması ise farklı mekanlarda, farklı zamanlarda, farklı farklı şekiller ile tezâhür eder.
Zira iki türlü at vardır. Birincisi; arpasının azlığından sebep, zayıf düşüp yalpaladığı için kıblesini şaşıran attır ki bu mazurdur. İkincisi; ise arpasını az bulduğu için veya mayasından kaynaklanan huysuzluğundan sebep kıblesini şaşırandır. Bu ise haindir.
İhanet belkide zafiyetlerin en büyüklerindendir. Adamı pazar tezgahına çevirir. Mesela insanlar arası ilişkilerde bu zafiyet, çok yüzlülük olarak ortaya çıkar. Şöyleki, iki yüzlü insan pazar tezgahı gibidir, öne iyilerini koyar ama arkası hep çürüktür.
Bu zihniyetin "fedâkârlık" anlayışıda farklıdır, zira birisi "fedâ" ederken diğeri "kâr" ediyorsa böylelerine "fedâkâr" değil "tüccar", ameline de ticaret denir.
Bu zihniyetin pazar tezgahı çürük olduğu gibi sütüde ekşidir. Bunların dostlarına muhabbetleri lafdan ibarettir. Çünkü muhabbet ve meveddet maya gibidir sütü bozuklarda tutmaz.
Şeytanın sponsorluğunda miyop, miyop ileriyi göremedikleri için, huzur buldukları insanlarda kusur bulmak için müfettişliğe soyunup, söyleyecek sözleri olmadığı için, yüksek sesle konuşan bu sütçüler, birilerine çamur atarken önce kendi ellerinin kirleneceğinide düşünemezler.
Düşünemedikleri için, anılarımızla geçmişe, hayallerimizlede geleceğe doğru yaptığımız zaman yolculuğunda tekere taş koyarak, gülün güzelliğini göremeyip, dikenine takılıp kalırlar.
Halbuki dünyada iki tane kusursuz insan vardır. Biri ölmüş, diğeri ise doğmamıştır. Kusur müfettişleri ise şu üç şeyi farkedemezler, gülüşünüzün arkasındaki kederi, öfkenizin ardındaki sevgiyi ve sessizliğinizin ardındaki nedeni.