Batılılaşma Gömleğini Giymenin Bedeli Esaret Altında Yaşamak…
İslâm coğrafyasının esaret altında olmasının nedenlerini, ihanet şebekelerinin batılılaşma sevdasında aramak gerekiyor. Bugün, İslâm topraklarının işgal edilmiş vaziyette olması, batıya kucak açılmasından kaynaklanmıştır.
Batı aşığı şahsiyetler, vahşî batının yüzünü sevimli göstererek, İslâm topraklarına batının teknolojisini getireceğiz diye fıtratımıza, dinimize, tarihimize, ahlâkımıza sosyal değerimize tamamen aykırı, uyumsuz ve olumsuz bâtıl batının ahlâkını, kültürünü, eğitimini vs. gibi değerlerini getirdiler.
Böylelikle batıya açılan batının değerleriyle, kültürüyle, ahlâkıyla, bütünleşmeye çalışan vahşî batının hayranları, İslâm Medeniyeti’ne ihanet edip terk ettiler. İslâm’dan uzaklaşan bu toplumların, zaman içerisinde zihinleri ve kalpleri işgal edildi. Zihinleri ve kalpleri, batının kokuşmuş değerleriyle işgal edilenler, esaret altında yaşamaya mahkûm oldular.
Batının Kavramlarını Kullanarak Bir Özgürlük Mücadelesi Veremeyiz…
Bugün hâlihazırda bütün İslâm coğrafyasında Müslümanlar maalesef kendilerini batının kavramlarıyla tanımlıyor. Batının kavramlarıyla, İslâmî bir özgürlük mücadelesi verilmeye çalışılıyor. Bir batı sistemi olan sekülerizm, İslâm coğrafyasının birçok yerinde varlığını sürdürmektedir. İçerisinde bulunduğumuz bu acı halin farkında olmak için İslâm tarihini, İslâm Medeniyeti’ni, İslâm hâkimiyetini çok iyi okumamız ve kavramamız gerekiyor.
Hayati Sorular Sormaya Cesaret Etmeliyiz…
Bu minvalde Müslümanların neden ve niçin gerilediği ile ilgili hayatî sorular sormaya cesaret etmeliyiz.
Bugün Müslümanlar olarak, batıya daha çok yakınlaşmak yerine, batı ile hesaplaşmamız gerekiyor. Batının vahşî yüzünü bütün insanlığa anlatmamız ve uyarmamız anın vacibi görevimizdir. Bunun içindir ki, batılılaşmaya ve İslâmî değerlere yabancılaşmayı önceliklerimiz arasına alarak, biran önce öz değerlerimize dönerek vahşi batının hegemonyasından ve her türlü sömürüsünden kurtulmanın çaresini Kur’ân ve Sünnet’e sarılarak bulmamız ertelenmez vazifemiz olmalıdır.
İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.)’in:
“Kendisini bir kavme benzetmeye çalışan kimse, o kavimdendir” (Ebu Davud, Libâs, b.4, Hds.4031) buyruğunu asla unutmamak gerekir!
Urvetu’l Vuska’nın Osmanlı Merkezi’ndeki ıslah erbabı takipçileri olan Sırat-ı Mustakim ve Sebilürreşad editörleri İttihad-ı İslam yerine İslamcılık ifadesini kullanmadılar. Hatta Babanzade Ahmet Naim tarafından “İslam Kavmiyetçiliği Reddeder” risalesinde bu kullanım eleştirilmiş ve İslam veya Müslim kavramlarının anlatılmasında “cı, ci, lık, lik” eklerine ihtiyaç olmadığı belirtilmiştir.
“Buhranlarımız” adlı kitabında işlendiği gibi Said Halim Paşa ve bugün için İslamcılık kavramı ile anlatılmak istenen olumlu muhtevayı “İslamlaşma” ifadesi ile karşılanmıştır.
Cumhuriyet döneminde ise 1970’li yıllara kadar İslamcılık kavramı, rejim açısından “mürteci, yobaz, şeriatçı” gibi suçlayıcı ve aşağılayıcı ifadelerle İslami etkinlikler için kullanılmıştır. Bahsi geçen etkinlikler ise Lozan Antlaşması dayatmasını Şubat-Mart 1923 aylarında TBMM’de tartışıp karşı çıkılması; 27 Mart 1923’teki I. Meclis darbesinden itibaren idamlara, tutuklamalara, sürgün ve süikastlere rağmen Batıcı seküler devrimlere güç oranında tavır alınmasıdır.
Batıcı, Türkçü Kemalist devrimlere razı olmayan binlerce ilim ve hizmet adamı 1925’ten itibaren idam edilmiş, yüz binlercesi de tutuklama, işkence ve sürgünlere maruz kalmıştır.
Medreselerin kapatıldığı, Haccın ve sivil Kur’an eğitiminin yasaklandığı, Müslümanların tesettür algısına el uzatıldığı dönemlerde gizliden gizliye İslami aidiyetlerini şekilsel olarak da devam ettirmeye çalışan çabalar ve öncüler de Cumhuriyet roman, hikâye ve şiirlerinde ve eğitmenlerin dilinde “mürteci, yobaz, şeriatçı” olarak itham edilmişler; bu ithamlara rağmen sinmeyen ve teslim olmayan çalışmalar bu sefer Tarık Zafer Tunaya gibi Kemalist devrimlerin akademisyenleri tarafından İslamcılık diye kriminal ithamlı bir çerçeveye alınmışlardır.
İşte İslamcılık ifadesi de en azından ilmihal düzeyinde İslami etkinliklerini sürdüren Müslümanlar tarafından 1960’lardan itibaren bu Batıcı elitlerin, sivil ve asker Kemalist bürokrasinin aşağılayıcı suçlamalarına karşı, “Evet biz İslamcıyız” tarzında cevap olsun diye kullanılmaya başlanmıştır. “Evet, biz İslamcıyız” tepkisi, muhtemelen Ceza Kanunu’nun Müslümanlara ceza yağdıran163. Maddesine göre “Evet biz Şeriatçıyız” ifadesinden daha korunaklı olduğu için dillendirilmiştir.
İslamcılık ifadesi yine dışarıdan bir tanımlama ile 1970’li yılların sonlarından itibaren artık “sığınmacı ve dar ilmihal dindarlığı”ndan ziyade, vahyi bilinçlenme süreçleriyle arınmaya çalışan tevhidi uyanış çabaları için kullanılmaya başlanmıştır.
Türkiye’de 1970’li yılların ortalarından itibaren temayüz eden Tevhidi uyanış veya İslami bilinçlenme çabaları “İslam’ın bütün ünitelerini nefislerimize ve hayata hâkim kılma ideal ve aksiyonu”nu ifade ediyordu. Rabbimizin bizleri tanımladığı kavram da “Müslim” (22/78) idi. 1970’li 80’li yıllarda Tevhidi Uyanış Süreci kendini sağcı, milliyetçi, devletçi, batini yaklaşımlardan arındırırken kendine sadece Müslüman sıfatını uygun gördü. Batı Çalışma Grubu 1991’de TSK bünyesinde İs