Bir söz vardır. ‘Düşünceler duyguları, duygular davranışları, davranışlar karakteri oluşturur.’ Bu kadar etkili olan düşüncelerimizi çamaşır yıkar gibi temiz edip tele mandallayıp asıp kurutabilir miyiz? Yani düşüncelerimizi tazeleme işini nasıl yapabiliriz? Daha basit bir soruyla başlamak gerek belki. Ne düşündüğümüzünne kadar farkındayız? Ve bunun hayatlarımıza olan etkisinin…
İyiye, güzele ya da çirkine, kötüye bakışımız bizi ilgilendirir çoğunlukla. Hani iltifat edildiğinde denir ya o senin bakışının, kalbinin güzelliği diye. Ya da tersi bir durum. Karşımızdakinin ne yapsa bize kendini beğendiremediği…
Bakış açılarımızda düşüncelerimizden güç alır. Peki, iyi düşünce nasıl oluşturulur? Gün içinde eşimizden, çocuğumuzdan, komşumuzdan, iş arkadaşımızdan etkileniriz. Hele ki karşımızda baskın vücut diline sahip biri varsa onunla oturduğumuz bir saat sonunda onun mimiklerini ve hareketlerini kapmış olduğumuzu görürüz. Normalde arkadaşınızın anlattığı olayda yorumunuz farklı olsa da o öylesine coşkulu anlatır ki kapılırsınız onun düşüncelerine. Bu normaldir. Çünkü insanın tabiatında taklit etme, örnek alma, ayak uydurma içgüdüleri vardır.
Bu iç güdülere ya da çevredeki onca uyarana karşı kendi düşüncelerimize nasıl yoğunlaşabiliriz? Birincisi, kendi benliğimizi koruyarak.Bunun için size iyi gelen şeyler keşfetmelisiniz. Bu kiminde bir hobi edinmektir. Kiminde yürüyüş yapmak. Kiminde yazı yazmak. Kiminde meditasyon. Kiminde ibadet etmek. Bunu rahatlıkla keşfedebilirsiniz. Amaç kendi iç sesinize karşı yoğunlaşma sağlamaktır.
Okuduğumuz romanlarda genellikle düşünceler üzerinde yoğunlaşır. “Suç ve Ceza” da Raskolnikov işlediği suçu Napolyon olmak için işlediğini söyler. Daha doğrusu astarı olmayan ama kendini kuyuya çeker gibi hapseden bir fikrisabitten ötürü. Ve bu roman dünyada en değer görülen klasik. Tüm roman bir düşünce üzerinde dönüyor. Ve siz Raskolnikov’un içini bir kurt gibi kemiren düşüncelerin geçtiği o odayı düşünmeden edemiyorsunuz. Evet, düşünceyi etkileyen şeylerin başında yakın çevreden sonra yaşadığın ortam geliyor.
Kimin içi rahat etmez deniz kıyısını, açık gökyüzünü gördüğünde? Kimin sıkıntısı ne kadar uzun süre kalır ki yemyeşil bir ormanın içinde? Bol oksijen solarken kim duru düşünmez? Ve kim baharın gelişiyle patlayan mimoza çiçeğini görünce sevinmez? Bir fotoğraf karesi vardı; beton, düz, boş bir binanın bir penceresinde renkli çiçekler olan. Ruh halimiz mekâna etki eder. Mekân da ruh halimize. O yüzdendir eski Bimarhanelerin ormanların, denizlerin yanında kurulmaları ve Selçuklu Bimarhanelerinin içinde mutlaka su havuzlarının bulunması. Çünkü su rahatlatır, huzur verir.Düşünceleri iyileştirir. Yaşadığımız yeri güzelleştirmekle işe başlayabiliriz. Bu sadece evimiz değil belki ofisimiz belki karşı tarafta bizi rahatsız eden çöp yığınları…
Kimi insan iyi-kötü kavramının olmadığını savunur. Ama aceleci ve sonuç odaklı yaşayan biz insanlar kavramlar üretmek ve bunlara inanmak zorundayız. Yoksa Hızır’ın Hz. Musa’nın yoldaşlığını kabul etmediği kıssa bize iyi-kötü kavramını yeterince açıklar.
Kötü düşünceyi yalnız başkaları söz konusu olduğunda yapmayız. Aslında en çok kendimiz zarar görürüz bundan. Nasıl mı? Diyelim istediğimiz, emek verdiğimiz iş bir şekilde olmadı. “Bak gördün mü yine başarısız oldun.” Cümlesi ilk aklımıza gelmez mi? Hâlbukio zamana kadar ya da normal günün içinde başardığımız ama sadece önemsemediğimiz için görünmeyen çok fazla iş yapmışızdır. Değer yargılarımızı ve bunları kime göre belirlediğimizi gözden geçirmeliyiz. İyiyi düşünebilirsek: “Belki işini biraz daha geliştirmen ya da başka yollara başvurmangerek. ”diyebiliriz.
Ve son söz: “İçin rahat olsun. Ve için rahat olacak şekilde yaşa.”