Kelimenin tınısına, derinliğine dikkat edin. Söylemesi dahi insanı iyi etmiyor mu?
Anadolu’da çokça kullanılan bir kelimedir esasında. “Allah şifa versin.” Duası herkesin kulağında dolanır. En içten şekliyle söylenir. Çünkü bir yerde mutlaka bir hasta vardır. Hele yollarınız karla kaplanmışsa, ulaşım aracınız yoksa çaresizseniz… Son temenni gibi gelir biri başınıza ve bu cümleyi bırakır omzunuza.
Geçen gün bir belgesel seyrettim. Adı “Şifa.” Belgesel de beni en çok etkileyen sözle başlamak istiyorum. “Hiç kimse sağlıklı nasıl olunur bilmiyor. Ve bu çok korkutucu. Oraya varamıyorlar.”
Başta şöyle düşünüyorsunuz. Demek ki bu adam/kadın oraya varmış. Bunu söylediğine göre varabilmiş ve sonra kendinizi sorguluyorsunuz. Hakikaten neden hep hastaymışız gibi bir hal takınıyoruz ki. Her şey kafada bitiyor belgesele göre. Zihinde…
Çünkü hastalıkların yüzde 90’ı strese dayalı. Bunu biliyoruz ve bunu bilerek yaşıyoruz. Çünkü stresi yok edecek zamanı ve gücü kendimizde bulamıyoruz. Bu stres birkaç farklı şekilde karşımıza çıkıyor.
Çevresel stres. Aile, eş, çocuk belki, patron, komşu… Ancak onların davranışlarını engelleyebilir miyiz? Bu mümkün değil. İşte burada devreye zihin giriyor. Öfken sana zarar verecek diyor onu serbest bırak. Yunus Emre’nin nasihati burada kulağıma fısıldanıyor.
“Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek.” Bizim doğu insanımız aslında kendini ve kendi ile doğanın arasındaki inanılmaz bağı keşfetmiş. Çünkü doğu insanı her zaman ruha önem vermiş. Bu yüzden bilim batı dünyasında son gaz ilerliyor ancak strese ve onun doğurduğu sonuçlara çare bulamıyor.
Çünkü reçeteye yazılan ilaçlar insanı denize düşen yılana sarılır hesabı sadece içinde büyüttüğü korkuları bir miktar azaltmaya yardımcı oluyor. Bakın o da ruha ve psikolojiye dayandı. Eğer kökeni biyolojik bir sebebe dayanmıyorsa tüm hastalıkları iyileştirme gücü içimizde saklı.
Yani bize o denli güçlü bir sistem verilmiş ancak bunu keşfedecek bilgiden yoksun büyüyoruz. Belgesel de bir kadın güzel bir örnek veriyor. “Küçükken düşerdim ve bacağım kanardı. Ben bir şey yapmazdım ancak o kendi kendine iyileşirdi.” Aslında durum bu kadar basit.
Bunu okuyup kendisinde, çevresinde ciddi hastalıklarla boğuşanlar bu kadar basit değil derler ki haklılar ancak belgesel ciddi vaka geçirip sadece zihnen uyguladığı metotlarla iyileşenler üzerinde ilerliyor. Bu da durumu gerçekçi kılıyor. Bu vakalarda son aşamaya gelmiş kanser hastası da var, daha önce hiç görülmemiş bir hastalığa yakalananda…
Tüm bu hastalıklar strese dayalı ise ruhumuzun derinliklerinde neler oluyor dersiniz ve oraya nasıl ulaşılır. Tasavvuf ehline göre herkesin yolu kendine özgüdür ve bunun bir reçetesi yoktur. Onu sen bulabilirsin. Bu yüzden içimizdeki sezgileri takip etmeli ve ona inanmalıyız.
Elbette yaşama stilimiz ya da farklı bir sürü unsur stresi tetikleyebiliyor. Ki belgesel birkaç iyileşme metotları da sunuyor ama herkes kendini dinleyebilirse aslında içimizdeki sorunlara kolaylıkla çözüm bulabiliriz.
İçimizdeki enerjinin ve inancın hayata pozitif katkılar sağlaması umuduyla ve sevgiyle…