Eski Yunan Filozofu Aristoteles (M.Ö. 551-479) ‘politika koinonia’ (politik toplum / cemiyet) terimini kullanmıştı. Bunu birey ve toplumun ihtiyaçlarının bilincini aklında tutarak vatandaşlık rolleriyle hareket eden hür ve eşit vatandaşlardan oluşan bir sivil veya sivilleşmiş toplum fikrini dile getirmek üzere kullanmıştı. Aristoteles’in kullandığı kelime daha sonra Latinceye “societas civilis” (sivil toplum) olarak çevrildi.
Sivil toplumda kültürel alan, kamu yaşamının egemen alanıdır ve özgür, toplum hayatının ruhsal birliğine ilişkin derin bir duygu üzerinde temellenmiş olan kişisel kimlikleri ve kültürel olarak uyanık insanların aktif bir toplum hayatının ürünüdür. Onun değerleri, sembolleri ve inançları sivil bir toplumun yönetişim ve ekonominin kurumlarını oluşturma ve resmileştirmesi için bir temel teşkil eder.
Otantik kültürlerin yaşamı olumlayan değerleri doğal biçimde, otantik olarak seçimli yönetim biçimlerinin oluşturulması, politik söylemler ve karar almaya ilişkin açık, aktif ve hakkaniyetli bir katılıma ilişkin derin bir tahahhüde yol açar. Bunlar aynı zamanda, doğal olarak otantik olan herkes için üretken, tatminkar geçim kaynakları sağlayan ve her bireye geçiminin bağlı olduğu üretken varlıkların mülkiyetinde bir hisse veren yerel teşebbüslerden müteşekkil piyasa ekonomilerinin yaratılmasına yol açar.
Kapitalist toplumda ekonomi egemen sektördür. Burada güç ve değerler, paradan toplumun kuralları, değerleri ve sembollerini, mali çıkarlara göre uyarlamak üzere hükümet ve kültür kurumlarını biçimlendiren ekonomik kuruma akmaktadır. Kapitalizmin toplum üzerindeki gücünün anahtarı onun ruhu ihmal eden ve sürekli olarak beşeriyetin açgözlülük, rekabet ve şiddete ilişkin kapasitesini aşmasıdır. Kapitalizmin otantik olmayan ve sorgulanmamış kültürü aynı zamanda, böyle bir kültürün birçok insanın kendi derinliklerinde doğru olmadığını bildiği bir şey olduğundan onun en zayıf noktasıdır. Otantik olmayan kültür, bir bilinçlenme uyanışına karşı duramaz.
Kapitalizm meşruiyetini kültürel efsaneler üzerine kurmaktadır. Efsaneler ortaya çıktığında meşruiyetleri çöker. Bu yüzden efsane avcılığı, basit ama güçlü bir kültürel strateji haline geliyor. Bu, her insanın kalbinde yatan bilgeliği harekete geçiren hakikatleri dile getirmekten başka bir şey gerektirmez.
Kültürel mücadele veya reklam balonlarının patlatılması, şirket amblemleri, markalar ve reklam sloganlarıyla dalga geçilmesi, insanları yeni bir bilinçlenme için şok edecek ve reklamcıların mesajlarının gücünü yeniden kendilerine çevirecektir. Örneğin kültürel taarruz yapanlar, Nike’ın amblemiyle, Endonezya’daki çok az ücretle işçi çalıştıran atölyeler arasında bir bağlantı kurulabilir. At sırtındaki iki Marlboro kovboyunu gösteren bir reklama, “Bob, benim ciğerim alındı” ifadesinin yer aldığı konuşma balonu eklenebilir. Veya Shell’in Nijerya’daki sondaj faaliyetini protesto ettiği için asılan Ken Saro-Wiwa’nın imajını hatıra getirmek üzere Shell standartında bir ilmikte sallanan bir bedenin bulunduğu bir resim dağıtılabilir.
Her ne olursa olsun dişlerini bileyerek toplumun her kesimine saldıran küresel şirketler ve saldırılar karşısında, toplumun her ferdide üzerine düşen işleri araştırmalı ve tüketici bilinçlenmesinden diğer sorumluluklara kadar şuurlanmalıdır.