Güven nedir? İnsanlara güvenmek nedir? Güven vermek nedir? Güven duymak, kazanmak nedir? Güvene dayalı iş yapmak nedir? Gibi onlarca cümleyi sıralayıp, sorgulayabiliriz. Sorguladıkça içinden çıkılmaz bir hal alır gibi görünse de, bana göre güven; inanç köprüsüdür. Önce kendine inanmak sonra bağ kurabildiğin her kim ya da ne varsa onlara inanmak. Yani güven bir nevi inanç meselesidir.
Hadi beraber bir güven (inanç)köprüsü inşa edelim. İnsan kendine olan güveni kazanmak için öncelikle kendine inanır. Kazandığı güveni kullanmak için içsel yolculuğunda önce kendisiyle iletişime geçer. Kendisiyle olan iletişiminde başarı sağladıkça artık dış etkileşimlerle bağ kurmaya başlar. Bağ kurduğu canlı ya da cansız, soyut, somut her şeye karşı görülmez köprüler kurar. Cansız da diyorum, soyut da diyorum çünkü sadece bağ kurulanları, insan ya da hayvanlar hatta bahçedeki gülleriniz olarak düşünmeyin. İnsan bir düşünceyle de bağ kurabilir, geçmişle kurar, gelecekle kurar, yaptığı bir sanat eseriyle kurar, duvardaki delikle, havadaki kokuyla, elindeki dokuyla da bağ kurar. Dolayısıyla insan yaşayan, yaşamış hatta ölmüş olan her şey ile bağ kurabilir. Bu inanç köprüleri inanan insan düşüncesi var olduğu sürece uzunlu kısalı her yerde bağlantılı olarak çoğalacak ya da düşünen varlığın kendi etrafında sadece kendisini sarmalayacak değişen bir algı. Öyle bir algı ki o da kendi içinde doğan, var olan, yaşayan, büyüyen, gelişen ve sonlanabilen bir algı.
İnsan kurduğu bağlara karşı uzanan bu köprülerin üzerinden önce yavaş ve temkinli adımlarla, daha sonra biraz hızı artırılmış büyük büyük adımlarla, ardından artık tanıdığı köprüden korkmadan, kendinden ve köprüsünden emin bir vaziyette koşarak geçer. Ve biliyoruz ki insan en çok da koşarken düşer ve hızlı düşmeler can yakar.
Bu köprü ya da köprüler insanların bağlarıdır. Yani oluşturduğu inançlarıdır. Kimi zaman çatırdar, kimi zaman kımıldar, kırılır, hassaslaşır, kışın nem kapar, yazın ağustos böceği kapar ama yine mesele inanca gelecek, sağlamlığına ne kadar inanırsak o kadar uzun ömürlü, saydam ve sarsılmaz olur.
Bu köprüler tamir edilebilir, uzayabilir, kısalabilir, esneyebilir ya da çürüyüp tam orta göbeğinden ikiye ayrılabilir. Bunu kimi zaman fark edersiniz, kimi zaman da her şey olup biterken hiç farkına bile varmazsınız. Hele ki sağlamlığına pek fazla inanmışsanız koşar adım düşer umutlarınız.
Bu köprüler düşseniz de, kalksanız da, ağlasanız gülseniz de hep siz istiyorsunuz diye varlığını sürdürecek, yaşayacak ya da yok olacak. Yenilecek, yeni köprüler kurulacak, yeni bağlar olacak, yeniden hep yeniden… Yaşayan düşünceleriniz yaşayan köprüler inşa edecek, siz üstünde yürürken bağlandığınız o bağ da halatları sıkıştıracak, kontrol edecek, emin olacak siz karşı tarafa sarsılmadan varabilesiniz diye.
Ve siz, inanç köprüsünün tek dayanağı, tek sahibi, tek duayeni. Siz istediniz diye o bağ var. Bağlanmadan olmuyor dediğimiz bu hayatta, halat da siz de, tahta da sizde, çelik teller de sizde, mermer sizde, tuğla sizde, ağacı sizde, ustası sizin ta yüreğinizde. Yürek, köprüyü inşa eden mimara sormadan malzeme alır ya da malzemeden çalarsa hata sizde, ziyan sizde, eza sizde.
Ola ki o mimar, ustaya sormadan köprü inşa etmeye kalkarsa da, işte o zaman han sizde, nal sizde, n sizde ama ruh ellerde, yol sözde olur. O öyle bir köprü ki, hem mimarı hem de ustası özünde bir, sözünde bir, işinde bir olmalı. Ancak o zaman gönülden gönüle köprüler kurulabilir, inançlar tazelenir, güven denen o algı inanç köprüsünde yer bulabilir.