Sabah saat 08:45
Herkesin işi güç telaşı derken toplu taşıma araçlarının genelinde müthiş bir yoğunluk hâkim.
Ama…
Belediye otobüslerinde hamileler, yaşlılar, çocuklu aileler için ayrılmış, koltuk kumaşının deseninde bu bilgileri anımsatan karakterlere yer verilmiş, ön kısımlardaki dörtlü koltukları hemen hemen herkes anımsamıştır.
Hasta, yaşlı ya da hamile yerini; pazardan dönenlere, on yedilik delikanlılara, genç kızlara, vurdumduymaz ama entel görünümlü kimlik çatışmasında zedelenmiş beylere- hanımlara bırakmış olacak ki, uzun zamandır ‘buyurun şöyle oturun’ diye o koltuklarda oturan birinin kalktığını görmedim.
Çünkü bugün;
Bir kadın “aman efendim yanıma birisi oturmasın ” diye koskoca çantasını hemen yan koltuğa oturtmuş.
Bir çocuk annesinin direktifleriyle ayaklarını yan koltuğa uzatmış.
Bir adam bacaklarını sonradan çıkmışçasına ayırmış.
Bir genç delikanlı, gözlük-kulaklık kombinine has pencereden fırlamış.
Bir genç kızımız kitaba dalmış.
Güya!!!
Mış-miş- muş – müş …
Çüş!
Çünkü bütün bunlar olup biterken;
Bir teyzemiz bacağının sızısı yüzüne yansısa da belli etmemiş, ayakta kalmış.
Emekli bir öğretmenimiz, öğrencisinin okuduğu kitaba sevinirken, körleşen duygularıyla sarsılmış.
Bir yaşlı amcamız elinde bastonuyla dengede kalmaya çalışmış.
Derken duyarsızlığından şikâyetçi olduğumuz toplumumuz daha da birbirinden uzaklaşmış.
Pandemi dolayısıyla, ‘Sosyal mesafe’ kavramı adı altında kendini rahatlatmış, bana dokunmayan, bana bakmayan, bana laf sokmayan …. bin yaşasın naralarını ruhlarının derinliğinde hissetmiş ve sonunda kendi küçük dünyalarını da duyarsızlaştıran bir çemberin içinde giderek yok olmaya yüz tutmuş insanlar…
Fiziksel mesafeyi korurken, ‘görmem-duymam-bilmem’ den daha çok, ‘fark ederim, sahiplenirim, anlarım ve bildiğim doğruları uygularım’ ı yaşamak ve yaşatmayı istemeliyiz.
İnsan olmanın gereklerini yerine getirmeden araya konulmuş mesafeler ancak insanı kendi ruhundan uzaklaştırır, virüsten değil!