Toplumları maddesel hazların elde edilmesi etrafında örgütleyerek, bir sosyal işleyiş bozukluğuna yol açıldı ve hayatımızın kalitesini kötüleştirdik. Nefret, şiddet, rekabet ve hırs için kanıtlanmış bir kapasitemiz bulunuyor. Aynı zamanda sevgi, şefkat, işbirliği ve merhamet içinde kanıtlanmış bir kapasiteye sahibiz. Sağlıklı toplumlar, ikincisini besler ve böyle yaparak hayatlarımızın kalitesi için en önemli şeyleri bolca oluşturur. Bozuk işlevli toplumlar birincisini besler ve böyle yaparak kıtlık ve mahrumiyet oluşturur. Sağlıklı toplum birbiriyle ve doğayla denge içinde yaşamayı kolaylaştırırken, işleyişi bozuk olan bir toplum bunu neredeyse imkansızlaştırır.
Toplumlarımızı sosyal ve çevresel sağlık veya bozuk bir işleyişle örgütlemek bizim tercihimizdir. Kayda değer bir ölçüde, bu beşeri çıkar ve şirket çıkarı için örgütlenme arasında bir seçim yapmak gerekmektedir. Kendimizi tüketim miktarımız yerine yaşam kalitemizi güçlendirecek toplumlar oluşturmaya çalıştığımızda, aynı anda sürdürülebilirlik ve neredeyse herkes için daha iyi bir hayata doğru ilerleyebiliriz.
Toplumların sağlıklı biçimde işlemesi için sosyal sermayeye çok az önem veriyoruz ve nadiren ekonomik yapıların ve politikaların bunun gelişimi ve tüketilmesine etkilerini dikkate alıyoruz. Yaşadığımız toplumda durum nedir? Adlarını bildiğimiz küçük yerel dükkanlar bulunuyor mu? Yoksa karlarını başka yerlere transfer eden mega alışveriş merkezleri ve geniş perakende zincir mağazalarımı var? Gıdalarımızı üreten insanı tanıyabileceğimiz, çiftçilerin mallarını sattıkları hareketli bir pazar var mı? Yoksa, sadece binlerce kilometre uzaktan ithal edilen gıdaları satan bir süpermarket mi bulunuyor? Çiftlikler küçük, bireysel mülkiyette ve ailelerce mi işletiliyor yoksa göçebe topraksız işçileri çalıştıran büyük şirketlerin kontrolünde mi? İnsanlar boş vakitlerini küçük basketbol ligi, topluluk bahçeleri, yerel tiyatro, farklı sosyal topluluklar, okul aile birliklerinde mi geçiriyor? Yoksa ticari TV’leri mi izliyorlar? Mukimler, yaşadıkları bölgeyi daimi evleri olarak mı görüyorlar yoksa bunların çoğunluğu gezgin profesyoneller ve çalışanlar mıdır? Üretken varlıklar yerel ellerde mi yoksa uzaktaki şirketlerin kontrolünde mi? Yerel ormanlar dikkatli ve sürdürülebilir mi kesiliyor, yoksa devasa küresel şirketler ormanları kökünden keserek işlenmemiş keresteleri uzaktaki ülkelere mi ihraç ediyorlar?
Bu sorulara verilecek cevaplar yerel halkın gurur, özgürlük, sorumluluk, refah ve güvenlik duygusunun ve münasebetlerinin ne kadar güven, paylaşım ve işbirliği ile nitelendirilebileceğinin ölçüsüdür.
NOT: HAFTAYA – ORTA TABAKANIN YETERSİZLİĞİ