Bir gün karşılaştığım ama bir insan biz görenlerin görüntüye göre yaşadığımızı söylemişti. Daha önceden fark etmediğim bu durum beni o an çok etkilemişti. Gerçekten hayatımızın çoğunluğu görüntü odaklıydı. Gözümüzle görmediğimiz bir şeyle bağlantı kuramazmışız gibi.
Artık daha da kötüsü gözümüze hoş- güzel gelmeyen bir şeyle (insan, nesne) bağlantıdan kaçınmamız. Gördüğümüz şey illa güzel olacak yoksa görülmeye değmez. Mi acaba? Ya da güzeli görme isteğimiz kötü bir şey midir? Elbette insan güzeli görme eğilimlidir, isteğindedir. Fakat o dozu abarttı mı hem kendi iç dünyasında hem bulunduğu toplum beraberliğinde yıkımlar baş gösterir bir bir.
Bedeninin herhangi bir yerinde ufak- büyük bir şey meydana gelse özgüveni düşer, insan içine çıkmak istemez. Söz gelimi hayat enerjisi düşer. Başka psikolojik boyutları da vardır muhakkak. Bunda sosyal medyadaki popüler ünlüler ve TV’de hep aynı boy standartlarına, aynı yüz çizgilerine sahip oyuncular, makyaj ve estetikle olduğundan çok farklı bir hale bürünen insanlar büyük etken kuşkusuz.
Yalnız atladığımız bir şeyler var. Gerçek yaşamımızı bunlar mı oluşturuyor yoksa onlar süslü bir hayalden söz gelimi aldatmacadan mı ibaret? Sanırım bu noktada durmalı.
Hem kendimize hem de başkasına davranışımız güzelliğe yahut var olan bir kusura odaklıysa bir yerlerde yanlış yapıyoruz. Bir yolculuk esnasında dağ yolunda barakadan yapılma bir dinlenme yerinde mola vermiştik. Malum dağ da Yörükler yaşar. Bu küçük barakayı da Yörük bir aile işletiyor.
Arabadan inince ilk gördüğüm, küçük bir kız çocuğunun bir müşterinin masasının hemen yanında durmasıydı. Kadın müşteri küçük kıza, “Bırak onu, hadi git.” dedi. İlk etapta içimden geçen küçük kızın kadın müşterinin kızı olduğuydu.
Sonra bizim yanımıza gelince barakayı işleten ailenin kızı olduğunu anladım. Saçını, yüzünü, yanağını okşadım. Bir şeyler konuştuk. Bizim oğlanı sevdi. Sonrasında yola çıkmak için kalktık. Eşim ve oğlum önden giderken küçük kız bacağıma sarıldı. “Sen gitme.” Dedi. “Neden?” diye sorunca sadece dediğini tekrarlamakla yetindi.
“Ama gitmem lazım, bebeğim beni bekliyor.” deyince bıraktı ancak. O an fark etmedim tüm bunları. Sonrasında düşününce güzellik algısının insanlığımıza olan kötü etkilerini maalesef yine deneyimlemiş oldum. O küçük kız çocuğu yaşadığı çevre ve kültür dolayısıyla haşin ve doğaldı. Ama çocuktu. Belki ağzını yayarak konuşuyor, yemek yiyordu. Ne önemi vardı?
Küçük, tatlı, masum bir kız çocuğuydu işte. Ne kadar çok duvarla örmüşüz kendimizi. Tutsak kalmışız o duvarların ardında. O duvarlarda artık boşluklar açmak gerek. Elbette dış görünüş önemlidir. Birbirimizi ilk bu şekilde tanırız. Ya bir adım yaklaşır ya da bir adım uzaklaşırız.
Tehlikeli bir insanı sezer geri dururuz yahut karşımızdaki bize güven verir. Muamelemiz buna göredir. Lakin sırf kafamızdaki (ya da toplum nezdinde) klasik güzel-yakışıklı değil diye ciddi kararlardan(evlilik gibi) vazgeçmek, işe alacağı kişinin kafasının içine, becerisine bakmak yerine çekiciliğiyle ilgilenmek hep zarar getirecek şeyler muhakkak. Hepsi de tercih meselesi. Nitekim bakış açımız da yaşama biçimimiz de hep tercih meselesi…