Son zamanlarda insanlığımızı, kültürümüzü, örfümüzü sorgulatacak hale gelen cinayetler olunca yapılacak işler de söylenecek sözler de çoğalıyor. Evvela şunu belirtmek istiyorum. Bahsettiğim cinayetler toplumda neredeyse kök salar hale gelen “kadın cinayetleri”dir.
Ama neden ismi bu? Yani, başına “kadın” gelince cinayet farklı bir hal mi alıyor? Daha çok dikkat çekmesi mi amaçlanıyor yoksa tersi şeklinde daha mı normalleşiyor? Cinayet, cinayettir. Şiddette, şiddettir. Kadını, erkeği, çocuğu, kedisi, köpeği, ağacı olmaz.
Nasıl “şehit düştü” dediğimizde sanki sıradan bir mevzu söyleniyormuş gibi geliyorsa bu da artık normalleşmeye başladı. Bir insan ölüyor. Bir hayat sönüyor. Bir insan evladı… Aman üşümesin, karnı doysun, bağırmayayım da kendini kötü hissetmesin, o uyusun ben uyumayayım, o mutlu olsun da… Bir anne, babanın yüreği sönüyor. Toplum vicdanı duyarsızlaştıkça köreliyor.
Kuşkusuz yayın organları da bunda aktif rol alıyor. Anlatmak istediğimi açıklayan çok güzel bir hikâye var. Çölde bir adam devesiyle gidiyormuş. Karşısına bir adam çıkmış. Susadığını söyleyip adamdan su istemiş. Adamda devesinden inip ona su vermiş. Ancak su isteyen adam bir darbeyle karşısındakini yere çalmış ve devesini çalıp kaçmış. Devenin sahibi olan adam ise arkasından şöyle seslenmiş. “Bu yaptığını kimseye anlatma. Ola ki biri çölde susuz kalır, yardım ister de kimse vermez.”
Adam çölde kalmıştır. Devesi çalınmıştır. Ve toplumu düşünür. Toplum içindeki güveni, barışı… Bunları unutur hale geldik. Sorunları konuşacağız ancak sanki her sokakta şiddet varmış tehlikesine sokmak toplum yapımızın değişmesine sebep olur. Bunun yanında iradesi ve aklı zayıf olan insanlar kötü şeylerden hemen etkilenip uygulamaya koyulurlar. Korku bunun için vardır. Bu insanların cesaretlerini artıran ifadelerden kaçınmalı çünkü bir gerçek var; aynı toplumda yaşıyoruz, aynı caddelerde yürüyoruz.
Pedagoji, şiddetin öğrenilen bir eylem olduğunu söylüyor. Ve fiziksel ya da psikolojik bir şiddet gördüyseniz ve bunu tedavi etmekten, kişisel gelişimden uzaksanız içerlediğiniz duyguyu fırsatı bulduğunuzda uygulamanız yüksek ihtimal. Peki, ne yapmalı? Oyun terapisi uzmanı Virgina M. Axline kitaplarında oyunla çocukların yaşadığı şiddeti açığa vurarak iç görü kazandığını vurguluyor.
Oyun odasında darbe aldığı kişiye şiddet uyguluyor, ağzına geleni söylüyor ve yavaş yavaş bunun yanlış olduğu iç görüsünü kazanıyor. Ülkemize de gelen bu terapi türü çocukluk çağında yaşanan sıkıntıları gidermede çok etkili görünüyor. Peki, yetişkin çağına gelmiş açığı bulduğunda içinde tüm biriken duyguları açığa çıkaranların önünü nasıl keseceğiz?
Kadınlar hemcinsleri için yürüyüşler düzenliyor, dernekler kurup maddi destek sunuyor, avukatlar davalarında onların yine yanında oluyor. Ancak hepsi neden kadın? Neden bir erkek çıkıp bu cinayetlerle ilgili ciddi bir adım atma girişiminden uzak? Neden erkekler bu kadar sessiz? En tepeden en aşağı… Bir film var. “Çizgili Pijamalı Çocuk “etkileyici ve gerçek bir öyküsü var.
Filmin can alıcı sahnesi, bir Nazi komutanın koca kampı imha etmesi için verdiği emrin kendi çocuğunun da onların arasında olduğunu öğrenmesiyle derhal durdurmasına yönelik kurtarmaya çalışması oluyor. İyi hal indirimlerini, sessiz kalışları bu yönüyle değerlendirmek gerekiyor bir de. Acaba bir hâkim kendi kızının katilini ya da yavrusuna zarar veren kişiyi karşısında görse iyi hal indirimi mi verirdi yoksa müebbet vermek için elinden geleni mi yapardı?
Hepimiz için geçerli bu dediğim. Acaba sokak ortasında dövülen, sövülen, öldürülen kendi kızımız olsaydı insanların ona yardım mı etmelerini isterdik yoksa telefonlarına kayıt almalarını mı? Dünyanın üstünde bir adalet var ki hiç şaşmaz ve herkesi değerince gelip bulur. Bu yüzden sorunu hepimizin olarak görmeli ve yeri geldiğinde de o şekilde davranabilmeli. Başkaca bir çözüm bilmiyorum.