Hani anne-baba olduğumuzda sabrımızın tahammülümüzün arttığını daha yumuşak bir insan olduğumuzu hissederiz. Ya da çevremizdekiler eski halimize kıyasla bu değişimi bize söylerler.
Anne-baba olduktan sonra; sabırsız insanların tahammülü artar, kaba olan insan yumuşar, kuvvetsiz hisseden içindeki gücü keşfeder. Ve bu liste uzayıp gider.
Bir seferinde üniversitede hukuk dersini işleyen hocamız, kızı olmadan evvel acımasız olduğunu herkesi sınıfta bıraktığını ancak şimdi tersi olduğunu itiraf etmişti.
Eve gelen küçücük bir bebek bu denli duygudaşlık sağlıyordu demek. Neydi bebeklerde bizi bu kadar etkileyen, değişmemizi sağlayan şey?
Kuşkusuz ilk olarak gönle doğan sevgi ve şefkat duygusu. Genellikle kaba görünüşlü denilen hayvanların yavrularına bakın onlar dahi insanın gözüne nasıl sevimli görünür. Yavru tatlıdır vesselam.
Bir gün uykusuz ve yorgun düştüğüm bir gün oğlum huzursuzlanmış bende hava almaya çıkarmıştım. Bir teyze gelip bebek bakımının zorluklarından dem vurmuştu. Bende ama çok da güzel diye teskin etmeye çalışmıştım.
O da, güzel olmasa bakılır mı, diye sert bir doğruluk noktası koymuştu muhabbetin sonuna. Zordu, hatta kimine göre dünyanın en zor mesleği idi. Ancak her zorluğun bize kazandırdığı şeyler muhakkak. Odaklanılması gereken yer de burası olsa gerek.
Sevgi ve şefkat dedik. Sonra umut geliyor. İnsanoğlu her dem umuda muhtaç. Hele ki hep kötüyü gören bir gözse saf ve berrak bakan küçük iki göze daha da aç. İşte bir bebecik umudun ta kendisi. Tertemiz, saf, bomboş, masum, habersiz…
Burada da koruma içgüdümüz, inanma içgüdümüz devreye giriyor. Umuda, hayata inanma. O temiz kalmalı, kimse zarar vermemeli duygusu. Sonrasında ve en önemli olan sabır. Ebeveynlik eşittir sabır desek yanlış olmaz sanırım. Ancak sabrı biz kendi kendimize öğrenmiyoruz. El kadar bebecik öğretiyor bunu. Nasıl mı?
Araştırmalara göre, bir kadının oksitosin(mutluluk) hormonunun en fazla salgılandığı an doğum anı. İkinci en fazla salgılandığı an ise bebeğini emzirme, besleme anı. Tecrübeye dayalı onaylıyorum bu bilgiyi.
Anne de baba da tam mutluluk selindeyken sabahlamalar başlıyor, ter içinde bırakan ve insanı kısır döngüye sokan emzirme seansları da. Aileni, eşini, dostunu hatta dünyada ne varsa hepsinden kopuşlar başlıyor.
Çünkü yavru diyor ki:” Sadece benimle ilgilen. Sadece bana bak.” Hani derler ya dünya senin etrafında mı dönüyor diye. Bebekler gururla ve haklılıkla döndürüyorlar sizi etraflarında. Eşi dostu bırak özellikle anne kendi kişisel ihtiyaçlarını dahi gidermekte sıkıntı yaşıyor.
İşte bunların karşılığı size sabır, tahammül, güç olarak geri dönüyor. Ancak sabrı daha çok görerek ve deneyimleyerek öğreniyoruz. Bebekler özellikle çocukluğa eğrildikleri dönemlerde ne kadar hareketli olsalar da işlerini hep sakinlik ve yavaşlıkla yaparlar. Ve sizi de her zaman oyunlarına davet etmek isterler.
Hatta siz olmadan oynayamazlar uzun bir süre. Sizde orada onlarla yavaşlarsınız. Aslında hayatın nehrin hızlı yüzeyindeki akışının görünürdeki halinde değil alt kısmındaki yavaşlıkta aktığını fark edersiniz. Ve devamlı aynı şeyi yapmak insana sabrı bir miktar da olsa öğretir. Burada en önemli şey akışa girmek olsa gerek.
Yani bebeğiniz yine diyor ki sadece bana odaklan. O halde bir de onlara odaklanarak bakalım hayata. Bakalım onların gözünden nasılmış yaşamak?