“Zaman” kavramı insanların bulduğu bir şey, biliyorsunuz. Daha doğrusu zamanı sınıflandıran, onu bir yere sürekli yetişmemiz gerekiyormuş gibi kovaladığımız bir şeye dönüştüren biz insanlar olmuşuz.
Köyde hala doğal yaşamın içerisinde hayatını sürdüren bir insana sorarsanız belli vakitler dışında zamanla çok ilgisi yoktur. Kuşluk vakti, ikindi vakti gibi, o kadar. O da işlerini bağlamak içindir.
Bizim gibi sürekli gözü saatte eli kalbinde gezmiyordur eminim. Ve bu yüzden onun zamanı daha bereketli ve anlamlı. Ki zamana/ saate bağlı kalmadan yaşamanın gizemi çok daha farklı.
Bir gün saate hiç bakmadan geçirin. Ve günün sonunda saate bakmasanız da aslında saatten haberinizin olduğunu ve zamanınızın bereketini göreceksiniz. Deneyin, görün.
Bir yerde dinlemiştim. Bir kafede müşteri garsona siparişini verir ve ekler: “Çok açım. Lütfen hemen gönderin.” Garson, “Merak etmeyin 15 dk içinde siparişiniz hazır.” Der. Müşteri bu defa, “Ben şu an açım. Bu yüzden 15 dk senin için kısa benim için uzun akar.” Der.
Haklıdır. Zaman gerçekten hepimiz için farklı akar. O an yaşadığımız duruma göre hızlı ya da yavaş akar. Örneğin hasta bir insana gece bitmek bilmez. İşini sevmeyene zaman geçmek bilmez. İşi gücü olmayan için yine zaman yavaş akar. Çocuğu olana zaman su gibi akar.
Bazen çok işimiz olmasına rağmen kısacık zaman dilimlerinde tüm işlerimizi halledivermişizdir. Bazen de tek bir işimizi yetiştiremez oluruz. Mesela 8 saniye bizim için pek anlam ifade etmezken bir boğanın üstündeki matador için her şeydir.
Zaman o 8 saniye içinde açılır. Genişler. Sabitlenir. Mutluyken, sevdiğimiz insanlarla beraberken “Zaman nasıl da geçmiş.” deriz. Yine muhabbetinin bizi sarmadığı insanların yanında saate bakıp dururuz. Yani zaman hep aynı akmaz.
Peki, nedir zamanı tanımlayan şey? Michael Ende, Momo adlı eserinde her insanın zamanının kendi kalbinde olduğunu yazar. Sanırım verebileceğim tek cevap bu, şu an için.
Cosmos belgeselinde Tyson, evrenin bilinen oluşumundan bu zamana kadar geçen dönemin bir yıl yani 365 gün olduğunu tahayyül ettiğinde bizim koca insanlık tarihimizin sadece son saniyelerinde mevcut bulunduğunu söyler. Bu korkunç bilgi zamanın nasıl işlediğine, bizim evrendeki rolümüze ve insan-evren ilişkisine ışık tutar.
Şimdi ömrümüzden yeni bir yıla daha adım atıyoruz. Kalbimizdeki zaman bize ne gösterecek; ne öğretecek, neler yaptırıp nelerden uzaklaştıracak? O kalbe inmeli ve ne istiyorsak niyet tohumları serpmeliyiz. Belki olur belki olmaz.
Ancak geçirdiğimiz kısa gibi görünen 3 yıla, 5 yıla, 10 yıla bakacak olursak ne kadar büyük bir zaman diliminden çıktığımız aşikâr olacaktır. Ve bu niyetler, üzerimize serpilen yorgunluk toprağından, omuzlarımızı aşağı çeken elden kurtarabilir bizi.
Küçük bir adım atarak başlamalı. Ben küçük adımımı ajanda kullanmakla başlatacağım. Her sene niyetlenip sonrasında gerek görmediğim ajandayı bu defa güzel niyetlerle dolduracağım.
Allah izin verir ömür de vefa ederse…