İnsan ne için okur? Neden okur? Neden okumaz ya da? Okumak bir gereklilik midir yoksa keyfiyet mi? Bu soruların cevabı herkese göre değişir.
Bir de ne okumalı? Nasıl seçmeli okumalarımızı; önümüze gelen her şeyi okumalı mı yoksa seçici bir okuma listesi mi oluşturmalı? Peki, bu listedeki kitapları neye göre seçmeli? Amma sordun oku gitsin mi dediniz?
Ülkeleri savaşa sürükleyen güçlerin görünürdeki yüzü topla tüfekle oluşmaları. Fakat arkalarındaki unsurlara bakacak olursak bunun en başında kitap, gazete, dergileri buluruz. Çünkü düşünerek hareket eden varlıklarız. Ve okumalar beynimizde hayal gücünü besler. Önümüzde bizi galeyana getiren bir kişi harekete geçmemiz için yeterli kaynak teşkil etmez. Kişi okuyup kendi içinde muhasebesini yapacak ve o şeyin önce hayalini kuracak. Zihninde de benimseyecek o düşünceyi. Gündelik telaşlarımızda çok fark etmesek de bu şekilde hareket ederiz.
“İnsan dünyayı eşyalar aracılığıyla değil, kelimeler, resimler ve masallar aracılığı ile tanır.” Demiş Cesare Pavase. Albert Einstein, “Bir çocuğun zeki olmasını istiyorsanız ona masallar anlatın. Eğer daha zeki olmasını istiyorsanız daha çok masal anlatın.” Demiş.
Bu yüzden boş yere değildir yazar, şair suikastleri, hapishane hayatları ya da kitaplarının toplatılması, yakılması, yasaklanması… Demek ki okumak bu denli etkiliyor ulusları.
Platon’un Devlet’inde çocuklara anlatılan masallarda Tanrı’nın kötü olduğuna yer verilmemesini söyler. Gerçekten de bir ülkedeki masal kültürü gelecek neslin üzerinde çok etkilidir. Çocukken dinlediği masalları, hikâyeleri hatırlamayan yoktur. Şimdiki nesil biz isek gelecek nesilde şimdiki çocuklar. Ülkemizdeki ve dünyadaki çocuk edebiyatı yazarları da bu bilinçle oluştururlar eserlerini. Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık’ı bu niyetle yazdığı ve yine bu nedenle suikaste kurban gittiği halen bir iddia olarak görünse de bunun gibi birçok tarihi olaylar gerçeği aslında net gösteriyor.
Okumak çocuklukta daha o okumaya başlamadan hayatına yerleştirilse elbette onun meyveleri daha olgun olacaktır. Mevlana’nın küçük yaşlarında boyu kadar kitaplarla hemdem olduğunu düşünürsek belli bir birikim olmadan güzel eserler peyda olmuyor demek ki. . Yine de yaş ne olursa olsun bir yerden başlamalı. Bir filmde hayatını tekrar tekrar yaşayan adama yapmaktan en hoşlandığın şey ne oldu diye sorulduğunda sevdiği kitapları tekrar tekrar okumak olduğunu söylemişti. Yalnız kaldığımızda, sıkıldığımızda, durulduğumuzda en yakın dostlardır kitaplar ve keşmekeş dolu zamanlarda sığınılan limanlardır.
Okumanın zor yanları da var. Misal bir kitabı bitirebilmek sabır ister. Okumaya uzak ya da önyargılı olanlar aslında bir kitaba başlayıp devamını getirip bitirmeye sabırları olmadığı için uzak durular. Bir nevi üşengeçlik. Kitap okumamanın farklı nedenleri de vardır tabi. Hayat zorluğu da bunlardan biri. “Çok derdim var bir de kitap mı okuyayım!” ya da “Zaman mı var?” diyenlere Nazi Almanyasında mahvolan bir kitapçıda kitap okuyan insanları göstermeli. Birazdan ölebilir. Ama neden okuyor? Bu da düşünülesi bir soru.
Okumanın düşünsel boyutunda ise bizi nasıl etkiledikleri yatar. Bir kitabı iki kişi okur ve aynı etkiyi yaşamazlar. Biri “Çok acıklıydı, nasıl ağladım.” derken diğeri “Fazla dramatize edilmiş.” diye yorum getirebilir. Burada sadece okumanın önemi değil okuduklarımızı nasıl algıladığımız yatıyor. Saf bilgiden arta kalan bizi nasıl etkiliyor. Her insan farklı olduğu için herkesin kendi süzgecinden geçirdikten sonra kalan da kendine ve kendi hayatına ışık tutuyor ve asıl okuma da kendimizi okumamız olduğundan kitap okumanın asıl maksadı da tam da burada ortaya çıkıyor.
Konu kitap olunca yazarlardan, filozoflardan alıntı da fazla oldu. Konfüçyüs’ün şu sözünü deyip kapatalım o halde. “Allah’ım! Bana kitap dolu bir evle çiçek dolu bir bahçe ver.”