Geçen gün sevdiğim biriyle sohbet ederken bana: “Sence merhamet nedir?” diye sordu.
Bende: “Zor durum ve şartta da olsan karşındakine kıyamamaktır.” Dedim.
Üzerine Ebubekir(r.a)’ın bir sözünü nakletti. “Merhamet, yanında olmaktır.” Ve devam etti,
“Karşısında müşkül durumda bir insan gördüğünde herkesin tepkisi bir olmaz. Kimi üzülür haline kimi acır. Ki acımak merhamet değildir. Ancak kimi de harekete geçer. ‘Ben bu durum için ne yapabilirim’i düşünür ve onu müşkül lükten kurtarmak için çaba gösterir.”
Kuşkusuz haklıydı. Dünya halidir; müşkül duruma kendimiz düşsek etrafımızın bize üzülmesini mi isteriz yoksa bir el atmalarını mı? Hatta üzülmeleri bizi rahatsız dahi edebilir.
Nitekim bu üzülme orada kendini hep emniyetli duvarların arkasında olma halini gösterir, ayrıcalığını! Ve bu durum elbette karşı tarafı rahatsız eder. Ondan değil midir veren el alan eli görmesin emri.
Merhamet denince akla ilk köpeklere, kedilere yardım etmek hatta belki sadece üzülmek gelir. O masum canlılara merhamet duymak elbette güzel bir şey. Ancak merhameti bununla sınırlı tutmak aslında en temiz değerlerimizin dahi belli bir kalıpta sıkışıp kaldığını gösteriyor.
Yerdeki kertenkeleye, küçük bir çiçeğe hele ki ağaçlara; 100 sene 1000 sene yaşındaki ağaçları kraker böler gibi hiç içi sızlamadan kesebilmek ve kesene sessiz kalmak… Bunlara karşı merhametimiz ne boyutta? Suriye’den masum hiçbir şey bilmeyen anlamayan o yavrular geldiğinde ne yaptık peki?
Merhamet belki de en başta içimizde, kendimizde. Kendimize yönelttiğimiz cümlelerimiz, kelimelerimizde saklı. Kendimizi içten içe sürekli suçlayan cümlelerimiz mi var yoksa enerjimizi yükselten kendi değerimizi her daim diri tutan sözlerimiz mi? Aynada gördüğümüz kişiye bakışımız da bunu gösterebilir. Çünkü insanın insana verdiği değer en çok da kendine verdiği değerle ölçülür.
Sonrasında ailemize karşı beslediğimiz merhamet… Nasıl olsa yanımda bir yere gittiği yok diye fütursuzca mı davranıyoruz onlara yoksa bugünün yarını olmayabilir bilinciyle emanet kuşunu avucunun içinde sıkmadan severek mi?
Nitekim huzurevlerinin gün geçtikçe artan sayısı, sadece günün belli vaktinde sevme ihtiyacını karşılama adına dünyaya gelen çocuklar bizim merhametimizi yansıtıyor.
İşleyen demir pas tutmaz demişler. İşte merhametimizi de devamlı cilalarsak yardım eli bizlere uzandığında atıl kalmayız. Ki atıl kalmak bir vicdan yükü bırakır insan da.