Zira bu âyet-i kerime de evladın babasına menfaati, o babanın kalbi selim (iman) ile gelmesine bağlanmıştır. Kalbi selim yoksa ne evlat nede mal fayda vermez. Bunun delili ise şu âyeti kerimedir; إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يُقْبَلَ مِنْ أَحَدِهِم مِّلْءُ الْأَرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدَىٰ بِهِ ۗ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ"Gerçekten o kimseler ki kafir olmuşlar ve kendileri kafirler olarak ölmüşlerdir;Artık onların hiç birinden yer dolusu altın kesinlikle kabul edilmeyecektir, velev ki onu fidye olarak verecek olsun! İşte sana! Onlar içinçok acı verici büyük bir azap vardır, Onlar için hiç bir yardımcı yoktur" (24)
Demek ki dünya dolusu altın, inanarak söylenen bir kelime-i şehâdeti satın alamıyor.
Bir de Şuarâ suresinin 88 ve 89. ayetlerinde ki bahsedilen fayda vermenin ne olduğuna bakmak lazım. Ahiret de bir insanın istifâde edeceği fayda, ya cehennemden kurtulmaktır veya cennetde ki derecesinin artmasıdır. Peki bu fayda şefaat değilde nedir? Selîm bir kalp ile o güne kavuşanlara evladın fayda vermesi ne ile izah edilebilir? Elbette hiç bir şey ile izah edilemez. Ancak buna dense dense şefaat denir.
Ayrıca; وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَكَ عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًامَحْمُودًا"Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsusu bir nâfile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur" (25) âyet-i kerimesin de Peygamberimizin (sav) "o makam, benim ümmetime şefaat edeceğim makamdır" buyurması ve اللهم رب هذه الدعوة التامةezan duâsını yapanları حَلَّتْ لَهُ شَفَاعَتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ" şefaatim ona kıyamet günü halal olur (vacib olur, gerekir)" lafızları ile şefaat etmekle müjdelemesi, o makam-ı mahmûd'un şefaat makamı olduğunun delillerindendir.
Allah'a (cc) nisbet edilen عَسَىkelimesinin "mutlaka, hiç şüphe yok ki" manalarına gelmesi hususunda Fahreddini Râzi'nin beyanına göre müfessirler ittifak etmişlerdir. Velevki عَسَىkelimesini meâni alimlerin ifâde ettiği gibi "ümitlendirme" manasında kullansak bile yine hüküm değişmez. Zira birisi birisine ümit verir, daha sonra da onu ümidinden mahrum ederse, bu bir ar ve utanç vesilesi olur ki Allahu teâla bir kimseyi, ona her hangi bir şey verme hususunda ümitlendirip sonrada o şeyi vermemekten son derece münezzehtir.
"Belki Rabbin seni bir makam-ı mahmûd'a ulaştıracaktır" ifâdesi, ümitlendirmenin ta kendisidir. Zaten Duhâ suresinin 5. âyet-i kerimesinde وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَـرْضٰىۜ"Yemin olsun ki; elbette Rabbin sana gerçekten verecek de, artık sen hoşnut olacaksın!" buyurulması ve Efendimiz (sav) min; "Öyleyse vallahi ümmetimden bir tek insan bile ateşte kalırsa buna razı olmam" (26) buyurması, Allahu teâla'nın, Efendimiz (sav) me vaad ettiği makamı vereceğinin alametidir.