Ehlü’l-Hal ve’l- Akd (seçmenler) Hazreti Ali’nin (Radıyallahu Anh) ifadesince şûrâ ehli ve bedir savaşına katılanlardır. Veya bunların, ashabın ileri gelenleri olduğunu söyleyenler de vardır. Ancak bu kişilerin kimler oldukları ve sayıları, sonraki dönemlerde ulema tarafından tartışılmıştır. Bunların müctehidler olduğunu söyleyenler olduğu gibi, müctehid ordu komutanları ve halkın ileri gelenleri olduğunu ileri sürenlerde olmuştur.(4) Mâverdi ve Ferra ise bu kimselerin adalet, ilim, rey ve tedbir gibi vasıflara hâiz olmaları gerektiğini belirtmekle yetinmişlerdir.(5)
d) Bu da; müslümanların ekseriyetinin bir halife etrafında toplanıp, ona biat ederek seçmesi şeklinde olmuştur. Hazreti Ali’nin (Radıyallahu Anh), medine halkının biat’ı ile halife olarak seçilmesi gibi. Hazreti Muaviye (Radıyallahu Anh) ise azınlıkta kaldığı için meşru halife kabul edilmemiştir. Hazreti Hasan’ın (Radıyallahu Anh) kısa olan halifeliğinden ayrılmasıyla, Hazreti Muaviye’nin (Radıyallahu Anh) öne çıkmasını istîlâ zorla yönetime el koyma şekline misal verenler olduğu gibi, bu şekilde başa gelmenin meşrûiyyeti de tartışılmıştır.
Mutezile ve hariciler, ne pahasına olursa olsun bu kimselerin çıktıkları mekandan indirilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Diğer yönden yapılacak başka bir çare olmadığı zaman itaat etmenin gerektiğini söyleyenler olduğu gibi, eğer başa geçen şahıs, hilafet şartlarını taşıyorsa itaat edilir, taşımıyorsa itaat edilmez diyenler de vardır.
Ayrıca mürcie, kerramiye ve mutezile hukukçuları halife seçimi için bütün İslam toplumunun oy birliğine gerek olduğunu(6) söyleseler de bu husus fiilen mümkün değildir. Zira herkesi ilgilendiren bir konuda icmâ yani oy birliği mümkün değildir.
Hılafetin babadan oğla geçmesi meselesi ise, halife olacak şahsiyetin hılafete ehil olmasıyla alakalı bir mevzûdur. Hılafete ehil olan bir kimsenin babasından meşrû olarak devraldığı halifeliği de meşrûdur.
Ayrıca usûlü fetvâ ya göre, Çok dinli, ırklı, milletli ve çok kültürlü olan Osmanlı coğrafyasındaki saltanata da bu pencereden bakmak doğru olacaktır. Çünkü saltanat bile olsa ümmetin birliğine sebeb olan Osmanlı, emperyal güçler tarafından bölündüğünde, bu bölünmeye razı olan ve özgür olduklarını zanneden ülkeler, yıllardır kendilerini sömürmeye devam eden çok yüzlü emperyalistlerin yüzsüzlüğü ile cezalandırıldıkları için bu gün saltanat dedikleri Osmanlının siyasetini arar hale geldiler.
2- Seçmenlerde aranan şartlar.
Aslında buna bir önceki maddenin (c) fıkrasında kısaca değindiğimiz gibi özet olarak üç başlık altında toplayabiliriz.
a) Seçmenin akıllı ve bâliğ (buluğa ermiş) olması lazımdır.
b) Adalet şartlarını taşıması lazımdır. Bu ise; büyük günahlardan sakınmak ve küçük günahlarda ısrarcı olmamak, mesela yalancılık, hırsızlık, dolandırıcılık gibi insanın şerefini zedeleyen kusurlardan ve vakar ile şahsiyetini lekeleyen davranışlardan uzak olması anlamına gelir.
Bu maddeye itiraz edenler, 3. Ahmed’i tahtdan indiren ve halkı yağmalayıp gasp eden Patrona Halil isyanını bir daha okusunlar. Çünkü geçmişini unutan insanlar, gelecekte kaybolmaya mahkumdurlar.
c) Seçilenleri tanıyacak ve kimin daha ehil olduğunu bilecek kadar bilgi ve görüşe sahib olması lazımdır.