İstanbul'da bir seminerde İslamiyet’le şereflenmiş bir akademisyenin şöyle bir itirafına şahit olmuştuk. Dedi ki: Müslüman olduktan sonra Kelime-i Tevhid'in içini dolduracak tatminkâr bir açıklama peşine düştüm. Böyle bir açıklamayla buluşmak bende adeta tutkuya dönüştü. Bu hedefime taşıyacağını düşündüğüm her kapıyı çaldım, her çareye başvurdum. Ama ikna edici açıklama konusunda hep eli boş döndüm. Ta ki Risale-i Nur’ları tanıyana kadar. Risale-i Nur’u tanıyıp dikkatle mütalaa ettikten sonra aradığımı bulduğumu anladım. Böyle diyordu söz konusu akademisyen. Acaba öyle mi? Kısa kısa bazı numuneler arz ederek bu mes’elenin gerçekliğini yakinen görmeye çalışalım
Mevzuya birinci kelimeyle başlayalım ‘Lâilahe illallâh’ da şöyle bir müjde var ki hadsiz hâcâta müptelâ ve nihayetsiz â’danın hücûmuna hedef olan ruh-u insani (yani sınırsız ihtiyaçlarla iç içe olan ve gizli-açık sayısız düşmanların hücumuna hedef olan insan ruhu) bu kelimede öyle bir nokta-i istimdad bulur ki bütün hâcâtını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar (yani Lâilahe illallâh kelimesinin içerdiği mânâ ve mesajlar insana öyle muazzam imkanlar sunar ki ya doğrudan veya dolaylı yoldan bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir rahmet kapısını ona açar. O rahmet hazinesini ki bin Hadis-i Kudside şöyle tanımlanmış ‘’Sizin hepiniz en iyiniz gibi olsanız; düz bir sahrada toplanıp bütün istek ve ihtiyaçlarınızı bana arz etseniz; Ben de bütün isteklerinizi eksiksiz olarak yerine getirsem; bu benim hazinem de iğneyi denize batırıp çıkardıktan sonra denizde meydana gelen eksilme kadar bile bir noksanlık meydana getirmez. İşte Lâilahe illallâh ihtiyacı pek çok sermayesi hemen hemen hiç yok olan insana böyle bir hazinenin kapısını açıyor) Ve öyle bir istinad noktası bulur ki bütün â’dasının şerrinden emin edecek (yani Lâilahe illallâh’ın içerdiği hakikat nurları öyle bir dayanma noktası sunar ki bütün düşmanlarının zarar verme tehlikesine karşı kat’i bir teminat kaynağı olacak) bir kudret-i mutlakanın (sonsuz kudretin) sahibi olan kendi ma’budunu ve Halıkını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir Maliki kim olduğunu irâe eder(gösterir) ve o irâe ile kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elimden (yani kalbi yalnızlık duygusundan, ruhu çok acı veren üzüntülerden) kurtarıp ebedi bir ferahı, dâimi bir sürüru te’min eder.
Mesnevi-i Nuriyedeki şu misal ve açıklamalara bir bakalım. Kitaplar dolusu açıklamaların ancak vereceği itmi’nanı kalbe verdiğini görebiliyoruz, anlayabiliyoruz. Buyruluyor ki ‘Ey Dâire-i esbabdan zuhûr eden işleri, hâdiseleri esbâba (sebeplere) isnad eden (dayandıran) gafil-cahil, mal sahibi zannettiğin esbâb mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi onların arkasında iş gören Kudret-i Ezeliyedir. Onlar (sebepler) ancak o Kudretten gelen hakikî te’sirleri ilan ve neşretmekle muvazzafdırlar (sebepler Allah'ın takdir ettiği şeyleri adrese ulaştırmakla vazifeli aracılardır. Tıpkı postacı gibi. Postacının görevi postaneye mektup vs. gelmezse postacının yapacağı hiçbir şey yoktur) Daire-İ esbâb (sebepler) hükümetin kalem dairesi hükmündedir ki yukarıdan (hükümetten) gelen emirlerin tebligâtı o dâireden yapılıyor. Çünkü izzet ve azamet perdeyi iktizâ eder. (İzzet ve azamet, bunlara zahiren yakıştırılamayacak mes’elelerde nazarların öncelikle sebeplere takılmasını gerekli kılıyor.) Tevhid ve Celal dahi şirketi (ortaklığı) reddeder. Te’siri esbâba vermiyor. Allah'a esbâba te’siri hakiki vermemiştir. (Son cümleyi dikkat ettiğimizde, tevhid esasıyla sebeplerin pâye ve konumu arasındaki muvazeneyi en mükemmel şekliyle ortaya koyduğunu görüyoruz.
Tevhid'in meyve ve neticelerinden biri de yalnızca Cenab-ı Hak'tan korkmaktır. Nitekim Ayet-i Kerimede meâlen şöyle buyrulmaktadır; ‘’Allah'tan başka ilah yok. O halde yalnızca benden korkun ey akıl sahipleri.’’ Hadis-i Şerif'te de; ’’Allah'tan korkan başka şeyden korkmaz’’ buyuruluyor.
Hz. Üstad'ın söz ve yaşayışında bunun mükemmel örneklerini görüyoruz. O diyor ki; ‘’Hayatımda iki şeyi hiç tanımadım; Korku ve unutma. Kezâ ölümü göze alarak Rus kumandanın önünde ayağa kalkmaması da yalnızca Allah'tan korkmak lazım geldiğinin çok güzel bir örneğidir.
Risale-i Nur'da Tevhid inancına sahip bir mü’min niçin yalnızca Allah'tan korkar, tren misâliyle gayet güzel ortaya konulur. Özetle; Bir tren istasyonu. Rayların kenarında iki kişi farz ediyoruz. Biri eski zamanların kuvvet ve cesaret sembolü Herkül, diğeri 5 yaşlarında bir zamane çocuğu. Rayların kenarında duruyorlarken ilerden büyük bir gürültüyle tren üzerlerine doğru geliyor. Bunlar ne yapar? Herkül bütün güç ve cesaretini rağmen treni tanımadığından bir makinist tarafından idare edilip raylardan sapmayacağını bilmediğinden rayların kenarında olduğu halde çareyi tabana kuvvet kaçmakta bulacaktır. Zamane çocuğu ise treni tanıdığından ve bir makinist tarafından idare edilip raylardan sapmayacağını bildiğinden hiç istifini bozmadan, oyununa devam eder. Bunun gibi muvahhid bir mü’min her şeyi yaratan ve yöneten Zât-ı Akdes’e bütün kalbiyle bağlı olduğundan ve her şeyin O’nun müsaadesiyle olacağını ve izin vermediği bir şeyin asla vukua gelmeyeceğini bildiğinden olaylar karşısında paniklemez; tam bir metânet ve teslimiyet için de olayları karşılar.