İstiaze kavramı ma’lum “Euzü billahi mineşşeytanirracim” ibaresinin karşılığıdır. Kovulmuş şeytanın şerrinden ve zarar vermesinden Allah’a sığınırım demektir. Şeytanın mazarratında nasıl korunup kurtulabiliriz; İhyada geçen bir misalle anlatmaya çalışalım.
Bir tanıdığımızı ziyarete gittik. Tanıdığın köpeği var. Her nasılsa bize saldırdı. Ne yaparız? İlk yapacağımız şey, köpeğin sahibi olan tanıdığımızı çağırmak, köpeğine sahip çıkmasını istemektir. Bununla beraber bizzat almamız gereken koruma tedbirlerini de alırız.
Taş, sopa ne bulursak yanımızda hazır bulundururuz; ayrıca cesur ve kararlı bir tutum içinde oluruz. Böyle iki yönlü olmak üzere başvurulan tedbir, en garantili yöntemdir. Ev sahibi vaktinde müdahale ederse kısa yoldan saldırıdan korunmuş oluruz. Zamanında müdahale olmazsa, bizzat alınması gereken tedbirlerde alınmış olduğundan yine saldırıdan korunup kurtulma şansımız devam eder.
Bunun gibi şeytan aleyhillane, nice hikmetlere bağlı olarak yüceler yücesi Cenab-ı Mevlanın bize musallat ettiği bir köpeği gibidir. Ondan korunup kurtulmanın en kısa ve en etkili çaresi her şeyin sahibine ve Malikine iltica etmek, sığınmaktır. Ona kalbimizin bütün samimiyetiyle sığınırsak Aleyhillane şeytandan korunmada çok büyük avantaj elde etmiş, en ihtiyatlı ve garantili yolu tutmuş oluruz.
Ancak Cenab-ı Vacibül Vücudun sonsuz hikmeti, şeytanla bilfiil mücadele edip onunla yaka-paça olmayıda gerektirdiğinden cüzü çekerek aleyhillaneyi her şeyin sahibine havale etmekle beraber, aynı zamanda şeytani tuzakları öğrenip onları boşa çıkartma gayreti içinde olmayıda icamettirmektedir. Zaten şeytanla cebelleşmek, mücahede etmekde fiili duadır. Yani aleyhillaneye karşı daima teyakkuz halinde olup tuzaklarını boşa çıkartma gayreti içinde olmak Hak Tealaya ilticamızdaki samimiyeti gösteren ve onu tamamlayan bir nevi duadır, fiili duadır.
Şeytanın bitmez, tükenmez tuzaklarıyla ilgili bir örnek vermekle iktifa edelim. Şeytanın mühim tuzaklarından biri insanı ibadetten alıkoymaya yönelik tuzağıdır. Sırf bu yolda kullandığı pek çok tuzakları vardır.
Biriside şudur: İnsana gelir, derki: Allah’ın senin ibadetine ihtiyacı mı var ki O’na ibadet için onca zahmete katlanacaksın. Şeytandan ders alan nice insi şeytanların bu ve benzeri sorularla karşımıza çıktıkları bir vakiadır. Şeytanın o tuzağına Risale-i Nurdan aldığımız dersle şöyle cevap verebiliriz.
Evet! Allahü Tealanın benim ibadetime ihtiyacı yoktur. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Fakat benim, Ona ibadet etmeye ihtiyacım var. Şöyle ki: Bir hasta doktora gider. Doktor onu muayene eder; teşhisini koyar. Gerekli ilaçları yazar, icabeden tavsiyeleri yapar. Şimdi düşünelim; hastanın doktora: Senin bu ilaçları yazmaya ve bu tavsiyeleri yapmaya ne ihtiyacın var ki bunları yapıyorsun demeye hakkı var mıdır; elbette yoktur. Çünkü sorunun cevabı açıktır.
Evet! Doktorun ilaç yazmaya ve uyarılarda bulunmaya ihtiyacı yoktur. Fakat hastanın o ilaçları kullanmaya ihtiyacı vardır. Çünkü hastadır. İyileşme ihtiyacındadır. İyileşmesi de doktorun önerilerini yerine getirmeye bağlıdır. Bunun gibi her insan manen hastadır. Manevi hastalıklardan kurtulmaya ise bedeni hastalıklardan şifa bulmaya olan ihtiyacından daha fazla ihtiyacı vardır. Çünkü bedeni hastalıklar şu kısacık dünya hayatında insana zarar ve sıkıntı verirler.
Sabredilmesi halinde geçici sıkıntılar yanında kalıcı nimet ve kazançlara vesile olurlar. Ama kalbin hastalıklı halleri tedavi edilip şifaya kavuşturulmazsa kişinin çok uzun olan ebedi ahiret hayatı harap olmaya mahkum olur ki bundan Allaha sığınırız.
İnsanın manevi hastalıklardan arınması merhiz yapmayı gerektiren hastalıklardan kurtulması gibidir. Mesela şeker hastalığının kontrol altında tutulabilmesi, dolayısıyla zararsız hale getirebilmesi için gerekli ilaçları kullanmanın yanısıra icabet ettiği şekilde perhiz yapmak gerekir. Birini yapsa diğerini yapmasa iyileşme sürecine giremez. Bunun gibi manevi hastalıklardan arınıp kurtulmanın iki boyutu var.
1-Ma’siyetten (kötülüklerden) sakınmak.
2-İbadet ve salih amellere sarılmak. Kötülüklerden sakınmak perhiz yapmak gibidir. İbadet vazifelerini eda etmekle ilaç kullanmak gibidir. Binaen aleyh ibadet hayatına giriş veya dönüş yapmadan kalbin taşıdığı hastalıklı hal ve haletlerden kurtulmak mümkün değildir.
O itibarla bir taraftan büyük bir dikkat ve gayretle günahlardan sakınarak o bir taraftan ibadet görevlerini titizlikle yerine getirerek kalp ve gönül dünyamızı steril hale getirmemiz icabetmektedir. Şairin dediği gibi: Sanma ey hace kim, zer’ü sim isterler.
Yevme la yenfeu da kalbi selim isterler. ( Ey kişi bu dünyada olduğu gibi Ahirette de altın ve gümüş istenileceğini zannetme. Altın ve gümüşün geçer akçe olmayacağı hesap gününde senden ancak kötülüklerden arınmış tertemiz bir kalp isterler)
SELAM VE DUA İLE…