Şeytanın en mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir. Burada vesvese, aslı olmayan şeydir. Desise ise hile anlamına gelir. Vesvesede hayal dünyamıza bakan bir cihet var. Desise de gizlik ve hile noktası vardır. İnsana kusurunu itiraf ettirmemek burada desise sınıfına girmektedir.
Burada itiraftan kasıt birilerine durumunu açık etmek demek değildir. Hristiyanlıktaki gibi papaza gidip itiraf değildir. Kast edilen insanın kusuru kendisine itiraf edememesidir. Kusurunu kabullenmemek demektir. Kabullenmek ondan hızlıca uzaklaşmak anlamına geleceğinden, şeytan senin böyle bir kusurun yok der. Bunu sana yanlış olarak, hata olarak göstermez.
Toplumumuz da bu hususta şeytanı dinlemeye daha meyillidir. Kusurumuzu birisinin bize demesi değil, bizim kendimize kabul ettirebilmemiz daha önemlidir. İnsan burada kusurunu bilir ama bunu yorumlayarak üzerine almaz. Bu şeytanın tuzağına düştüğü zamandır. Bu durumdan Allah bizi muhafaza etsin. Şeytanın; kusurumuzu itiraf ettirmemesinin nedeni; istiaze (Allah’a sığınma), istiğfar yolunu kapamasıdır. Çünkü hadisi şerifte müjde var. Günahından tam nedamet eden, vazgeçen, pişman olan, o günahı işlememiş gibidir.
Allah Teâlâ hazretleri rahmetinden ümit kesmeme emrini buyurmaktadır. Hem Allah bütün günahları affeder. Hep bir davet var. Şeytanın bütün derdi insana kusurunu kabul ettirmeyerek bu davet yolunu kapamaktır. İnsanlık hâli, bir kapıya bir gidilir, iki gidilir, üçüncüsünde ekşi bir yüzle karşılaşabiliriz. Ama rabbimiz öyle değil, ne olursa olsun insanın her zaman kapısını çalmasını ister. Altın yere düşünce değer kaybetmeyeceği gibi insanda hata ve kusurla değer kaybetmez, istiğfar kapısını çalarak temizlenip arınmalıdır. Şeytan burada devreye girerek insana kusurunu itiraf ettirmez. İnsan öyle bir hâle gelir ki; ayette belirtilen büyük bir günahı işler de istiğfar etmezse en zayıf bir emareyi kendi günahına, kusuruna delil olarak kabul eder. Onu kusurluktan çıkarır. Psikolojide de bu insanın kendi kusurlarına karşı geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır. İslamiyet kusurumuzu kabul etmemizi onu üzerimizden atmaya çalışmamamızı söylüyor. Kusurumuzu kabul etmemiz zaten onu kusur olmaktan çıkartarak hayırlı bir sonuç olan nedamete, istiğfara, tevbeye doğru bir kazanımdır.
Beşeriyet muktezası olarak hata işleyebiliriz. Bunu insan, tevbe ve istiğfarla kendisi için bir fırsata çevirebilir. Burada ayetten aldığımız bir dersle tevbe günahı silmekle beraber sevaba da dönüştürerek, hata neticesi ortaya çıkan krizi fırsata dönüştürmemize vesile olmaktadır. Elimizden geldiği nispette günahlardan uzak durmaya gayret sarf edilir. Olur da günaha düşersek de acele istiğfarla onu izâle etmek gerektir.
Şeytanın, nefsimizi enaniyetle tahrik ederek kendini avukat gibi savunmasına izin vermemeliyiz. Adeta kendini kusurdan uzaklaştırıp, takdis eder, yüceltir. Ölüm başa gelinceye kadar kendi nefsimize itimat etmemeliyiz. Kuranın tabirinde günah, nefse zulüm etmek olarak belirtilir. Şeytanı dinleyen bir nefis kusurunu görmek istemez. Görse de bin bir yolla onu tevil eder. Memnuniyet ve rıza gözüyle bakıldığında nefis kusurunu, ayıbını görmez. Hatta bu rıza gözü öyle bir hale gelir ki puta tapar gibi kendine tapma derecesine bile gelir. Şeytana maskara olur.
Hz. Yusuf (a.s) nefsim her zaman kötüğü emreder. Ancak rabbimin merhamet ettiği durumlar hariç der. İsmet (günah işlememe) sıfatına haiz bir peygamber bile böyle söylerken, bizim hiçbir şekilde nefsimize itimat etmememiz gerekmektedir. Nefsini itham eden kusurunu görür. Kusurunu gören istiğfar eder. İstiğfar eden istiaze (sığınma) eder. İstiaze eden şeytandan zarar görmez. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Bu daha büyük bir noksanlıktır. Kusurunu görse kusurluktan çıkar, itiraf etse affa müstahak olur.