Nefis bir ata benzetilmiş. Islah edilirse son derece faydalı ve zamanına göre zorunlu bir binit vasıtası olur. Terbiye edilmezse her an tehlike saçan muzır bir varlık olur. Onun ıslahı da kontrollü olmak şartıyla yemini kısmak ve yükünü arttırmakla olur.
Nefsin ıslahı dahi isteklerine sınır koymak ve makul ölçüleri aşmamak şartıyla ibadet ve taat yükünü arttırmak suretiyle olur. Keza nefis delikanlıya benzetilmiş ki her isteği verilirse azar, daha fazlasını ister, verilmezse yerine oturur. Süt emen çocuğa da benzetilmiş. Süt çocuğu kendini haline bırakılırsa emmeyi bırakmaz.
Makul yöntemlerle biraz zorlanıp, memeden ayrılırsa, bir iki gün ağlar, sızlar daha sonra susar. Nefis de öyle, verdikçe daha yok mu der ve istemeye devam eder. İsteklerinin sonu gelmez. Ama istekleri sansürlenir ve bazı isteklerini yerine getirilmezse, alışkanlıkların da tesiriyle başta biraz tepki verir, ağlar, sızlar ama sonunda susar ve hizaya gelir.
Binit hayvanın ıslahı ve çocuğun sütten kesilmesi nasıl gerekliyse nefsin terbiyesi de öyle zorunludur. Yoksa dünyada da ahirette de başının belası olmaya devam eder gider. Nefis terbiyesinde orucun rol ve önemini dördüncü nükteden okuyup görelim.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. (İstediği gibi hareket etme yetkisine sahip olduğunu düşünür.) Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ (dilediği gibi) hareketi, fıtrî olarak arzu eder.(Hâkim pozisyonunda her şeye bizzat hükmetmeyi, ama hüküm olunmamayı ve istediği gibi yaşamayı arzu etmek nefsin doğasında vardır. )
Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu (yani sayısız nimetlerin şükre vesile kılsın diye verildiğini, keza yararlanmada Yaradanın koyduğu ölçü ve sınırlara riayet etmek suretiyle olgunlaşmaya vesile olsunlar diye ikram edildiğini) düşünmek istemiyor.
Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına,(hiçbir bedel ödemeden ve sorumluluk taşımadan nimetlerden faydalanma hakkına sahipmiş gibi hoyratça) nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.
İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi malik değil, memlûktür; hür değil, abddir. (emirle hareket eden bir kul) Emrolunmazsa,(emir gelmeden) en âdi (basit ve sıradan) ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum (kuruntudan ibaret) rububiyeti(hükmederek yaşama eğilimi) kırılır, ubûdiyeti takınır. (kul gibi yaşama ve hareket etme moduna girer) Hakikî vazifesi olan şükre girer.(Nimetlerin sahibi değil, sahibinin izniyle onlardan faydalanan bir kul olduğunu düşünerek hakiki şükür ve kulluk kapısından içeri girer)
Selam ve dua ile..