Allahu Teâlâ mealen şöyle buyruyor:"O, hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse artık şüphesiz ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar." Yani her kimin gönül dünyası hikmet deryasından nurlu damlalara mahzar olacak bir olgunluğa erişmiş olursa, ona pek çok hayırların kapısı ardına kadar açılmış demektir.
Hikmet kavramının çok manaları var. "Ilim ve onunla amel; eşyanın manalarını tanımak ve anlamak; sözde ve fıilde isabet: Yani herhangi bir hususta kalben veya lisanen şu şöyledir demeli ve öyle yapmalı ve isabet de etmeli, bu bir hikmet olur."
Risale-i Nur'da hikmet şöyle açıklanır: Kuvve-i akliyyenin ifrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde göstermeye kadar hileli ve aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki hakkı hak bilir hakka imtisal eder, batılı batıl bilir içtinap eder.
Hayata ve hadiselere hikmet gözüyle bakabilmek için düstur-u hayat edinilmesi gereken hususlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz;
1-Şu ayet-i kerimenin verdiği ölçüye bağlı olarak hayata ve hadiselere bakmak: "(Ey mü'minler!) Hoşunuza gitmediği halde size (düşman ile) muharebe yazıldı (farz kılındı). Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken o sizin için hayırlı olur, bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur; Allah bilir, siz bilmezsiniz."
Bu ayet-i kerimenin ortaya koyduğu ölçü ve açıya sahip olmak kişiye, hikmet yolculuğunda çok büyük ve önemli adımlar arttıracaktır inşallah.
2-Şu hadis-i şerifın penceresinden bakarak hadiseleri değerlendirmek: "Erkek olsun kadın olsun mü’min günahsız olarak Allah'a kavuşuncaya kadar kendisinde, malında ve evladında bela eksik olmaz."
Bu hadis-i şerifın verdiği ölçüyü eline alıp gözüne takan insanlar için bela, musibet ve hastalık gibi hoşa gitmeyen şeyler korkulu rüya olmaktan çıkarlar, hatta zamanla kişi onlara "Hoş safa geldin" diyebilecek bir olgunluğa erişebilir. İşte olayları görünen yüzlerine göre değil de uhrevi neticelerine ve gerilerinde duran güzelliklere göre değerlendirecek bir bakış ve anlayışa sahip olmak, hikmete râm olmuşluğun mühim göstergelerinden birisi olmaktadır.
3-Aleyhissaletü Vesselam'ın beşikte konuşan üç çocuk olayından birisi olarak haber verip anlattıkları şu hadisenin mesajını dikkatle algılamak ve yaşanan pratik hayata uyarlamak. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh Rasulullah'ın şöyle anlattığını rivayet ediyor: "Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu, oradan şahlanmış bir at üzerinde kılık kıyafeti güzel bir adam geçti, onu gören kadın "Allah'ım, şu oğlumu bunun gibi yap!" diye dua etti. Çocuk memeyi bırakarak adama doğru yönelip baktı ve:"Allah'ım beni bunun gibi yapma!" diye dua etti Sonra tekrar memesine dönüp emmeye başladı. (Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem anlatmaya devam etti.) Sonra annenin yanından bir kalabalık geçti, ellerinde bir cariye vardı, onu dövüyorlar ve "Seni zâni seni! Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha!" diyorlardı. Cariye ise "Allah bana yeter, o ne iyi vekildir!" diyordu. Çocuğun annesi; "Allah’lm çocuğumu bunun gibi yapma!" dedi. Çocuk yine emmeyi bıraktı, cariyeye baktı ve: "Allah'ım beni bunun gibi yap" dedi. İşte burada anne evlat karşılıklı konuşmaya başladılar. Anne dedi ki: "Boğazı tıkanasıca kıyafeti güzel bir adam geçti. Ben "Allah'ım, oğlumu bunun gibi yap" dedim. Sen: "Allah'ım beni bunun gibi yapma" dedin. Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu. Ben: "Allah'ım oğlumu bunun gibi yapma" dedim. Sen ise, "Allah'ım beni bunun gibi yap" dedin. Oğlu şu cevabı verdi: "O atlı adam cabbar zâlimin biriydi (Dünyası göz alıcı ve imrendirici ama ahireti berbat idi). Ben de "Allah'ım beni böyle yapma" dedim. "Zina ettin, hırsızlık ettin" dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmış nede çalmıştı. (Mazlum idi, görünen perişanlığının arkasında muazzam kazançlar bitmez tükenmez mükâfatlar duruyordu.) Ben de "Allah'ım, beni bunun gibi yap dedim."
4-Büyüklerimiz "Elhamdülillah Ala Kulli Hâl Sivel Küfr-i Veddalal" (Küfür ve dalalet hariç her şey için Allah'a hamdolsun) mübarek cümlesini düstur edinmişler. Bu cümle dillerinin virdi, ifade ettiği hakikatler ise, duşünce ve anlayış dünyalarının mimarı olmuştur. Bu kısaca şu demektir; gerçek musibet insanın bil ihtiyar işlediği günahlar ve irtikâp ettiği dalaletlerdir. Bunlardan Allah'a sığınmak gerekir. Zararı ve acısı dünyada kalan musibetler ise sabretmek şartıyla musibet olmaktan çıkarlar; nimet ve kazanç olma vasfına inkılap ederler.
Hadiselere bu gözle bakmak onları neticelerine ve ahirete müteallik kazançlarına göre yerli yerine koymak demektir ki bu yaklaşım hikmet yolculuğunun vazgeçilmez sermayelerinden biridir. Devam edecek...