Helal olan kazancın helaliyetinin korunması ve tamamlanması için zekât ve öşür gibi mali yükümlülükler yerine getirilmesi lazım gelir. Zekât fakirin hakkıdır, verilmediği takdirde fakirin hakkı gasp edilmiş olur. Keza tarladan kalkan mahsulün onda birini, masraf yaparak sulama yapılıyorsa yirmide birini fakir ve muhtaçlara vermek gerekir. İmamı Azam’a göre toprak ürünleri az olsun, çok olsun, dayanıklı olsun, çabuk bozulan türden olsun herhalde öşrün verilmesi gerekir. Öşür masraf çıkarılmadan verilir. Sulama masrafsız ama gübre masrafı varsa günümüz âlimlerinden bazılarına göre on beşte bir oranında verilmesi gerekir. Helalden kazandık zekât ve öşrümüzü de verdik, lokmanın helaliyeti için bunlarda yeterli değil. Yeme içme âdetinizin belli ölçüler dairesinde disipline etmemizde gerekiyor. Kaynaklarda geçiyor acıkmadan yemek ve doyduktan sonra yemeğe devam etmek küçük günahlar cümlesindendir. Yine bazı kaynaklarda küçük günahlara aldırış etmeden devam etmek imansız ölmeye sebep olabileceği kayıt edilmiştir. Anlaşılıyor ki yemede, içmede hiç olmazsa şeri ölçüleri muhafaza etmek gibi bir derdimiz olmalıdır. Yanlış yaptıkça, ölçüyü kaçırdıkça tövbe etmeyi görevlerimiz arasında dâhil etmeliyiz. Yemede, içmede iktisat risalesinde nazara verilen şu ölçüyü yaşayışımızda yer ettirebilirsek, hem maddi hem manevi hayatın selameti açısından son derece faydalı bir yola girilmiş olacaktır İnşallah. Hazreti üstat diyor ki, İslam hükemasının Eflatun’u, hekimlerin şeyhi ve filozofların üstadı meşhur dahi Ebu Ali İbni Sina yalnız tıp noktasında (yiyin için fakat israf etmeyin) mealindeki ayeti kerimeyi şöyle tefsir etmiş. İlm-i tıbbı iki satırda topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye, yedikten sonra dört-beş saat kadar yeme. Şifa hazımdadır. Yani kolayca hazım edebileceğin miktarı ye. Nefis ve mideye en ağır ve yorucu hal yemek yemek üstüne yemektir. Yani vücuda en muzur, dört-beş saat fasıla vermeden yemek yemektir. Veyahut sırf telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır. Birde li aynihi haram var ki bizzat kendisi haram olan nesnelerdir. Günümüzde haram nesneler son derece gizli ve sinsi yöntemlerle vücudumuza dâhil edilmektedir. Uzmanların ifadesine göre dışardan binlerce çeşit katkı maddesi ithal edilmektedir. Söylemeye hacet yok ki bu katkı maddeleri Müslüman hassasiyetinden uzak olan ellerin ve zihniyetlerin ürünüdür. Katkı maddelerinin hazırlanmasında kolaylık, ucuzluk ve cazibedarlık esasları ön planda tutulmakta, helal olup olmamasına kat’a dikkat edilmemektedir Onun için piyasa ürünlerine müşteri olurken mutlaka helal sertifikası olup olmadığına dikkat edilmelidir. İslam'ın ruhunu ve Kur'an'ın hakikatini en doğru şekliyle çok iyi kavramış ilk asır Müslümanların (Selefi Salih) hayatına dikkat ettiğimiz zaman iki şeye dikkat ettiklerini görüyoruz. Helal lokma ve kalp kırmama, gönül yıkmamadır. Üstat Bediüzzaman'ı tanıyan hakperest müellif ve mütefekkirlerin ittifakla dile getirdikleri gerçek var. O, asrısaadette yaşanan hakiki Müslümanlığın günümüzdeki bir temsilcisidir. Hakikaten üstadın hayatına baktığımız zaman iki hasletin ön plana çıktığını görürüz. Helal lokma ve insanları incitmekten sakınma, Hz Üstad'ın son derece titizlikle koruduğu iki haslet olarak dikkatimize çarpıyor. Mevzuyu konu başlığında esinlendiğimiz bir hikmetli sözle bitirelim. Bir büyüğümüz diyorki; Bana yüzde yüz safi, helal bir ekmeklik tahıl getirin. Onu öğüdeyim, ekmek yapayım ve hastalıklarımıza deva olacak müessir bir tiryak olarak istifadenize arz edeyim. Selam ve dua ile.