Bir gayeye yönelik olan düzenli faaliyete çalışma denir. Rastgele hareket çalışma sayılmaz. Nitekim sinek, karınca ve arıdan daha hareketli olduğu halde çalışkan vasfına sahip görülmez. Karınca ile arının faaliyeti ise düzenli ve gayeli olduğundan hayvanat içinde çalışkan vasfına onlar layık görülür. Dinimiz çalışmayı çok büyük önem atfetmiştir. Cenâb-ı Vacibul Vücud: “İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.” Buyurarak bu önemi açıkça vurgular. Yani insan ancak şahsi çalışma ve gayretiyle orantılı bir karşılığa kavuşur. Başkasının çalışması kendisine fayda vermez. Mesela öğretmen talebesini, hoca cemaatinin yetiştirmek için var gücüyle çalışsa, fakat talebe ve cemaatten hiçbir gayret çıkmasa, karşılıklı istifade olmaz. Öğretmen ve hoca samimi gayretlerinin mükâfatını mutlaka görürler. Ama talebe ve cemaat gayretsizliklerin kötü sonuçlarından başka bir şeyle karşılaşmazlar.
Bu Ayet-i Kerimeyle ilgili şu gerçekleri de göz ardı etmemeli. Şöyle ki Ayet-i Kerimede bahis konusu edilen karşılığı sadece maddi kazanç olarak düşünülmelidir. Bilakis top yekûn bir istifade olarak değerlendirilmeli. Kişi az çalışarak, haksız yöntemlere başvurduğundan ortaya koyduğu emeğe oranla daha fazla kazanç sağlamış olabilir. Ama şu veya bu sebeple kazancının hayrını görmez. Bereket olmaz, ağzının tadı kaçmış olur, hastalık ve benzeri sebeplerle kazancı ile orantılı nimetlenme kapısı kapanır… vs. Dolayısıyla hayatın nimetlerinden toplam istifade noktasında alın terinin öte başına geçemez. Belki ceza olarak ortaya koyduğu emeğin dahi beri başında kalır, toplam istifade noktasında. Diğer taraftan kişi ortaya koyduğu emekle orantılı kazanca kanaat eder. Kazanç, meblağ olarak az görünür. Ama bereket olur, ağız tadı yerinde olur maişet sıkıntısı olmaz kazancı ile orantılı Maddi manevi istifade kapısı ardına kadar açık bulunur vb. Netice itibariyle Ayet-i Kerimede ifadesini bulan ilahi adalet yerine gelmiş ve gerçekleşmiş olur.
Cenabı Vacibul Vücud, sonsuz rahmetinin bir eseri ve gereği olarak çalışmanın ve yerine getirilen hizmetin içine manevi bir lezzet koymuştur. Bunun tabii sonucu olarak çalışıp hizmet görenler manen huzur içinde olurlar. Rahat döşeğinde oturan işsiz güçsüzler ise manevi sıkıntı içindedirler. Kendilerini bedbaht hissederler. Arıdan, tavuktan, sağmal hayvanlardan tut, ta güneşe, aya varıncaya kadar bütün mevcudat büyük bir iştiyakla vazife görürler. Bir horoz bulduğu danelere diğer tavukları davet eder. Rızkına onları ortak eder. Bu fedakârlığının acil bir mükâfat olarak çobanlık vazifesindeki manevi lezzeti tatmaya hak kazanır. Bir tavuk yavrularına karşı annelik görevini yerine getirmek uğuruna gerektiğinde ite, hatta aslana saldırır. Başını verir, yavrularını vermez. Yavrularını himaye için icabında canını feda etmekten çekinmez. Bir tane bulsa onu yemez, yavrularına yedirir. Aç dahi olsa yavrularını kendine tercih eder. Demek analık vazifesini ifada öyle manevi bir lezzet var ki o lezzet açlık elemini ve ölüm acısını bile hiç mesabesine indiriyor.
Şuda görülen bir husus ki yavrular büyüyünce analık vazifesi sona eriyor. Analık vazifesindeki manevi lezzet ortadan kalkıyor. O zaman mesela ana tavuk himayesinden çıkan yavrusunu dövmekten çekilmez. İcabında eski yavrunun ağzındaki taneyi kapar, kendisi yer. (Devam edecek...)