Ağaç ve otlarda da benzer durumlar gözetlenir. Mesela nar ve asma ağaçlarına dikkat edelim. Lisan-ı halleriyle rahmet hazinesinden istedikleri saf ve halis şerbetleri meyvelerine yedirirler. Kendileri çamurla karışık bulanık suya kanaat ederek gayet lezzetli meyveleri, el mesabesindeki dallarıyla insanlara takdim ederler. Vazife uğruna nice fedakârlıkları göze alırlar. Diğer bütün varlıklarda da buna benzer istek ve iştiyakla vazife görme durumu açıkça görülür. Hal böyle iken mahlûkatın en şereflisi ve faziletlisi olan insana tembellik yakışır mı? Akli, fikri ve ruhi yeteneklerini işletmeyip taş gibi hareketsizliği ve donukluğa mahkûm etmesi layık olur mu? Doğum ve ölüm ile sınırlanmış olan ömür bir sermayedir. Hem de hazinelerle bile kıyaslanmayacak kadar değerli bir sermaye. Bu muazzam sermayeyi dünya ve ahiret saadeti kazanmak gibi fevkalade mühim bir ticaret sarf etmek akıllı olmanın ve aklı yerili yerinde kullanmanın asgari gereklerindendir diye düşünmekteyiz.
Şu muhakkak ki alıp verilen her nefes ve atılan her bir adım ömürden kopan ve bir daha geri gelmeyen bir parçadır. Her geçen gün ömür takviminden kopan bir yapraktır. Hiç kimse de bu ömür takviminin son yaprağının ne zaman düşeceğini bilmiyor. Ölümle birlikte bütün imkân ve fırsatlar da elden çıkmış oluyor. Bir düşünürün dediği gibi ölümün nerede, ne zaman, nasıl geleceği belli değil. O halde biz her zaman her yerde ölüme hazır olalım. “Yarın ölecek gibi ahirete, ebedi yaşayacak gibi dünyaya çalışın.” Hadis-i Şerifinin verdiği mükemmel denge ölçüsünü de rehber edinerek ömrün her dakikasına en kazançlı gayretli çalışmaları yüklemeye bakalım.
Şu da bilinmelidir ki İslami ölçü ve esaslar dairesinde çalışmasını sürdürenler daimi olarak ibadet ve taat üzere bulunmuş olurlar. Şöyle ki namaz, oruç gibi dini vazifelerini yerine getiren kimse dünyevi kazanç ve çalışmalarını da meşru bir çizgi üzerinde devam ettirirse, hayatının her dakikası ibadet hükmüne geçer. Böylece kişi fani dakikalarına ebediyet kazandırmış ve bütün çalışmalarını ahirette saadet çiçekleri açacak bir keyfiyete büründürmüş olur. Mesela baba, sabah namazını kılar, kahvaltısını yapar, sonra ailesinin nafakasını kazanmak ve dindaşlarına karşı vazifelerini yerine getirmek gayesiyle hayat mücadelesine atılır ve bu mücadelesini doğruluk-dürüstlük çizgisi üzerinde götürürse her anını ibadetle geçirmiş olur. Hazreti Üstad Bediüzzaman dinimizin bu öğretisini şöyle ifade etmiştir: “Beş vakit namazını kılan kimsenin helal dairesinde ki bütün işleri ibadet hükmüne geçer.”
Selam ve dua ile.