İnsan bu;
Bir tıp kitabı okuyup doktor olmayı ve hasta kabul etmeyi istiyor ama tabipler odası izin vermiyor, kaçak yapayım diyor hasta bulamıyor, ameliyat edeyim diyor kimse bıçağının altına yatmıyor. Bir de hapse kadar varan cezâ ile karşılaşıyor.
İnsan bu;
Bir kitap okuyayım; avukat, savcı, hakim olayım istiyor, avukatlık bürosu bile açamıyor çünkü baro izin vermiyor, birisine vekil olayım, akıl vereyim diyor, sözünü kimse dinlemiyor. Kaçak yaparsa yine cezâlandırılıyor.
İnsan bu;
Bir kitap okuyarak mimar olmak istiyor, projeler çizmek, uydu kentlere imza atmak için mimarlık bürosu açmak istiyor ama mimarlar odası izin vermiyor, proje diye çizdiklerine kimse itibar etmiyor. Israr ederse yine cezalandırılıyor.
İnsan bu;
Resim sanatına âit bir kitap okuyup, herkesin hayran kaldığı sanat hârikası resimler yapmak istiyor. Kırtasiyeden boyalar, fırçalar, kağıtlar alıyor. Bir şövale üzerine koyduğu tuvali, elindeki palette yer alan çeşitli renklerle kendine göre şekillendiriyor. Ortaya koyduğu garâbetin insanlar tarafından beğenilmesi yanında sanat erbâbı tarafından da takdir edilmesini istiyor. Netice de yaptığı masraf ve kaybettiği zamanla başbaşa kalıyor.
İnsan bu;
edebiyat ve şiire merak sarıyor, bir şiir kitabı okuyor ve nazım biçimlerinin aruz kalıplarında gazeller, kasideler, mesnevîler, rubâiler yazmak istiyor ve yazdığı bu şiirlerin de herkesin dilinde olmasını istiyor. Başarılı bir şâir olmayı ve meşhur şâirler arasında yer almayı arzuluyor. Fakat kimse kendisini umursamıyor, yazdıkları ile ilgilenmiyor.
İnsan bu;
Gökyüzü, güneş, ay, yıldızlar, gezegenler… Gök cisimleri ilgisini çekiyor ve astronomi ve uzay bilimi ile alakalı bir kitap okuyor ve bu kitap sayesinde uzay hakkındaki kendisine göre uzayı yöneten genel yasalar bilimi, evren bilimi, kozmoloji konusunda engin bilgilerini paylaşmak istiyor, ama kimse kendisini ciddiye almıyor.
İnsan bu;
Ne orjinal dili Arapça'ya, ne de günümüze kadar müktesebâtına vâkıf olmadan Kur'ân-ı sadece meâlindenokuyayarak, Kur’ân’ınâyetleri anlama konusunda kendisini Allah'ın Rasûlü'nden, âyetlerin indiğine şâhit olan sahâbeden ve ilim ehlinden daha lâyık görüyor, hatta onları reddediyor ve nefis ve hevâsının arzusuna kapılarak "aklımın erdiği kadar hükümler çıkarayım, hem kendim hem de diğer insanlar inansın ve amel etsin" istiyor ve bu konuda ısrar ediyor, neden, çünkü dünyada bir cezası yok, doğru ama âhiretin hesabını unutuyor.
İnsan bu,
Neler istemiyor ki; doktor, hakim, savcı, avukat, mimar, mühendis, ressâm, hattat, şâir, bilim adamı, âlim olmak…. İnsan her şeyi istiyor ama istediği konunun metotlarını işine gelmediği için gözardı ediyor ve hep aynı manzara ile karşılaşıyor:
"Vakit Kaybı ve Pişmanlık"
İnsan bu,
Her şeyi bilmek istiyor, lâkin haddini bilmek istemiyor.