“Bursalı Seyyid Halil Şükrî Efendi’nin Hılye-i Şerîfe Levhası”
Hılye, sözlükte “süs, ziynet, kolye” gibi mânâlarda olup mecâzen “yaratılış, sûret ve güzel vasıflar” demektir. Hılye kelimesi Osmanlı kültüründe, Rasûlulâh’ın (s.a.v.), bu vasıflarından bahseden kitap ve levhaları ifade etmek için kullanılmıştır.
Hilyenin müstakil bir tür olarak gelişmesinin en önemli sebepleri, Hz. Peygamber’i rüyada gören bir müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağına dair hadisle (Aclûnî, II, 250), peygamber sevgisini her şeyin üstünde tutan Türkler’in bu sevgiyi diğer milletlerde görülmeyen bir şevkle edebiyata aktarmaları konusundaki gayretleridir denebilir.Hz. Ali’den rivayet edilen, “Hilyemi gören beni görmüş gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah ona cehennemi haram kılar; o kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak haşredilmez” meâlindeki hadis de bu rağbetin sebeplerinden birini teşkil etmiştir.
Herhangi bir dinî dayanağı tesbit edilememekle birlikte içinde hilye bulunan evin felâkete uğramayacağı ve üzerinde hilye taşıyan kişinin her türlü musibetten korunacağına inanılması da bu hususta teşvik edici bir rol oynamıştır. Hilyelerin giriş kısmında “havâss-ı hilye” başlığı altında buna benzer bilgilerle hilyeye büyük saygı gösteren Hârûnürreşîd’innâil olduğu şeyleri anlatan “hikâye-i Hârûnürreşîd” başlıklı bir manzumeye yer verilmesi de âdet olmuştur.
Hılye-i şerîfe bu özelliklerinden dolayı hattatlar tarafından sıkça yazılagelmiş, farklı formlarda yazılan hılye-i şerîfelerden muhteşem sanat eserleri ortaya çıkmıştır.
Makalemizin konuğu olan ve Antalya Etnografya Müzesi’nde hılye-i şerîfe eseri bulunan hattat, Bursalı SeyyidHalîlŞükrî Efendi’dir. HalîlŞükrî Efendi, Bursa’da dünyaya geldi ve eğitimini Bursa’da tamamladı. Şeyh SüleymenVehbî Efendi’den sülüs ve nesih meşkederekicâzetini aldı. Daha sonra ilim tahsîli için İstanbul’a gitti ve eğitim ve öğretimini tamamlayarak Bursa’daki Necâtiye Medresesi’nin müderrisliğine tayin edildi. Bir müddet sonra İstanbul’daki bir medreseye nakledildi ve kendisine Süleymâniye’dekiİrfâniye Mektebi’nin hüsn-i hat muallimliği tevdî edildi.
Mekteb-i Ma’ârif-i Adliye’ye sülüs hattı muallimi olan HalîlŞükrî Efendi’nin ilmî rütbesi 1264/1848 yılında hareket-i altmışlığa yükseltildi. 1267/1851 yılında rü’ûs aldıktan sonra da Mekteb-i Ma’ârif’in üçüncü muallimliğine tayin edildi. 1856 yılında sona eren Kırım Savaşı’ndan bir müddet sonra vefât ettiği rivâyeti varsa da, 1291/1874 tarihli yazdığı En’âm-ı Şerîf’inin olması bu tarihte hayatta olduğuna işaret etmektedir. SeyyidHalîlŞükrî Efendi hâfızlardan olup, NakşibendiyeTarîkatı’na müntesip idi. BerberzâdeİbrâhimHulûsî Efendi yetiştirdiği talebelerdendir.
Antalya Etnografya Müzesi’nde Seyyid Halil Şükrî Efendi’nin 45x67 cm ebatlarında hılye-i şerîfe levhası bulunmaktadır. Eser, Alanya Müzesi’nden gönderilmiş ve Antalya Müzesi Envanter Defteri’ne 20 Kasım 1975 tarihinde 23.75.75 envanter numarası ile kaydedilmiştir. HalîlŞükrî Efendi, 1245/1828 tarihinde yazdığı eserine “Ketebehû es-Seyyid Halil Şükrî” şeklinde imza atmıştır. Eserin Besmelesi muhakkak, hulefâ-i râşidîn ve ortadaki Muhammed (s.a.v.) yazıları ile alt kuşak yazısı sülüs, hılye-i şerîfe metninin olduğu göbek ve etek bölümü ise nesih hattı ile yazılmıştır. Eserin tezyînâtında 19. yüzyıl motifleri kullanılmış, nohûdîkağıdın üzerine oluşturulan lacivert zemin, altın ve çeşitli renkler kullanılarak kurdele, stilize çiçekler, çiçek demetleri, yaprak motifleri ile işlenmiştir.