(Bu makâlenin birinci bölümü 5 Ağustos 2018 tarihinde gazete köşemizde yayımlanmıştır. https://www.gazetebir.com.tr/makale/antalya-kaleici--sehzade-korkut-camii-/)
İlk makâlemizde, İbniBîbî, Yazıcıoğlu Ali, Ahmed Refik, Lanckoronski, Rott, Riesfsthal, Süleyman Fikri Erten gibi yerli ve yabancı araştırmacıların makâle ve kitaplarını kaynak alarak, Panaya Kilisesi’nin 1207 yılında I. GıyâseddinKeyhüsrev tarafından camiye çevrildiğini yazmıştık. Konu ile alâkalı Paul Lucas’ın da değerlendirmelerine yer vererek, sözkonusu cami isminin “Şehzade Korkut Camii” mi, “Kesik Minâre”mi olması gerektiğine değinelim.
Paul Lucas 8-17 Kasım 1706 tarihlerinde Antalya’ya gerçekleştirdiği seyahat ile ilgili olarak “VoyageDuSieur Paul LucasAuLevant” adlı seyahatnâmesinde şu ifadeleri kullanır: “Hıristiyanlar’ın Meryem Ana’nın onuruna yaptırdıkları çok güzel bir kilise, Türkler yeniden şehrin beyleri olduklarında bir camiye dönüştürülmüştür…”
Bilindiği gibi Panhagia veya Panagia kelimesi, Hıristiyanlıkta Meryem Ana’ya adanmış kiliseler için kullanılmaktadır. Türklerin yeniden şehrin beyleri olması ifadesi ise, ilk defa 1085 yılında Süleyman Şah tarafından fethedilen Antalya’nın, ikinci defa 1207 yılında I. GıyâseddinKeyhüsrev tarafından fethine işarettir. P. Lucas’ın da dediği gibi, Meryem Ana’nın onuruna yapılan Panaya Kilisesi 1207 yılında Türk Beyi I. GıyâseddinKeyhüsrev tarafından camiye tebdil edilmiştir. Çünkü şehirdeki “çok güzel kilise” Panaya Kilisesi’dir.
Osmanlı Devleti’nde, şehzadelerin eğitimleri sonrası bir veya birkaç ile vâli tayin edilmeleri, devlet idaresini öğrenmeleri ve tecrübe edinmeleri için uygulanan bir metottu. II. Bayezid, Şehzade Ahmed’i Amasya’ya, Şehzade Selim’i Trabzon’a ve Şehzade Korkut’u 1483 yılında Manisa’ya ve 1502 yılında Teke İli’ne yani Antalya’ya vali olarak görevlendirdi.
Şehzade Korkut, 1502-1511 yılları arası Antalya valiliği döneminde Cami-i Kebîr veya Ulu Cami isimleriyle anılan camiyi geniş çaplı tamirden geçirerek “Şehzade Korkut Camii” adı ile ibadete açtı. Cuma namazları şehrin en büyük camisinde kılındığı için cami, “Cuma namazlarının kılındığı” ve “şehrin en büyük camisi” anlamına gelen “Cumanın Camii”, “Cami-i Kebîr” veya “Ulu Cami” isimleri ile anılmaktaydı. Bu isimlere bir de Şehzade Korkut Camii ismi eklenmiş oldu.
1207-1500 yılları arası “Şehzade KorkutCamisi”ne, “Cumanın Camii”, “Cami-i Kebîr” ve “Ulu Camii” denildiği kaynaklarda geçmektedir. Şehzade Korkut Camii’nin Kesik Minare olarak anılması ile alâkalı en eski tarih ise 1955 (Verzone, Ballance, Antalya Müzesi Arşivi) yılıdır. 1955 yılından önce 500 yıl boyunca caminin halk arasındaki ismi, “Cumanın camii”, “Ulu Cami” ve “Şehzade Korkut Camisi’dir.
1894 yılındaki yangında minaresinin külahı yandığı halde 1955 yılına kadar 61 yıl “Kesik Minâre” ismi ile anılmayan, 1955 yılından sonra “Ulu Camii”, “Cumanın Camii”, “Şehzade Korkut Camii” isimleri günümüze kadar kaynaklarda geçmesine rağmen, halkın hafızasından silinerek, caminin birilerinin planlaması ile sadece “Kesik Minâre” ile isimlendirilmesinin sebebi hikmeti ne olabilir?
Yüzyıllarca “Şehzade Korkut Camii” ismini taşıyan bir camiye, asıl ve orijinal ismi yerine, son 50-60 yılda “cami” ismi devre dışı bırakılarak, bir de yapıda sadece minare varmış gibi neden “Kesik Minâre” denilmektedir? Neden “Yivli Minâre Camii” gibi “Kesik Minâre Camii” diye anılması ve adlandırılması gerekirken sadece “Kesik Minâre” ismi kullanılmıştır. Cami kelimesinden kimler, niçin rahatsız olmaktadır?
Sizce caminin ismi, yüzyıllarca köklü geçmişi ile “Şehzade Korkut Camisi’ midir yoksa bir proje olarak ortaya atılmış, hiçbir kökü ve dayanağı olmayan ve camiyi dışlayan “Kesik Minâre” midir?