İnsanların hayatlarını rahat bir yaşam kalitesiyle sürdürebilmeleri için, bulundukları ortamı ekonomik ve teknolojik yönden geliştirmeleri gerekmektedir.
Bu refah seviyelerinin muhafaza edilip daha ileriye taşınabilmesi için de resmî ve özel kurumların idârecileri tarafından planlı ve disiplinli çalışmalar ara vermeden devam ettirilir.
Milletlerin bağımsızlığını ve hürriyetlerini devam ettirebilmeleri, şahsiyetlerini ve kimliklerini koruyabilmeleri ise, atalarından mîras olarak devraldıkları ilim, irfan ve kültürel değerlerin sonraki nesillere kesintisiz aktarabilmeleriyle mümkündür.
İslam dini ile şereflenen Türkler, İslam dininin dünya ve âhireti mâmur eden güzelliklerini ve özelliklerini diğer coğrafyalara da taşımak, insanları küfrün ve şirkin karanlıklarından kurtararak, dünya ve âhiret mutluluğuna ulaştırmak için tarih boyunca fetih faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
1085-1103 yılları arası, Kutalmışoğlu Süleyman Şah ile Antalya’yı fetheden Selçuklular, 1207 yılında I. Gıyâseddin Keyhüsrev ile Antalya surlarında İslam sancaklarını tekrar dalgalandırmışlardır.
I. Gıyâseddin Keyhüsrev, I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâaddin Keykubad dönemlerinde şehir madden ve mânen imâr edilmiş, yıpranan kaleler tamir edilmiş, iki adet iç kale inşa edilmiş, medrese, mescid, cami, han, hamam gibi müslim ve gayri müslim tebaanın her türlü ihtiyacını karşılayacak binalar yapılmıştır.
Mânen îmârın âmilleri olan ilim, irfan, kültür ve sanat alanlarındaki çalışmalar ise Antalya’ya dâvet edilen âlim ve sanatkârlar vâsıtasıyle yapılmış, bu konuda kendilerine her türlü destek sağlanmıştır.
1205 yılında, Sadreddin Konevi’nin babası ve I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in hocası Mecdüddin İshak, hac ibadeti için gittiği Mekke’de karşılaştığı Evhadüddin Kirmânî ve Muhyiddin İbni Arabi’yi Konya’ya davet eder. Daveti kabul edip Konya’ya gelenler arasında Evhadüddin Kirmânî’nin talebesi ve müridi olan Ahî Evran’da vardır.
Hocası ile Konya’ya yerleşen ve debbağlık (dericilik) mesleği ile iştigal eden Ahî Evran, medresesinde talebelerine ilim ve irfan aktarırken, atölyesinde de debbağlar yetiştirmiş, Ahîlik teşkilatının temellerini Konya’da atmıştır. Büyük mutasavvıf ve âlim olan Ahî Evran, hem ilim hem de tasavvuf yolunda Şeyh Edebâlî ve Ahi Yusuf gibi nice sultanlar yetiştirmiştir.
Mevlânâ Celâleddîn’i Rûmî’nin oğlu Sultan Veled’in yazdığı Dîvanında Ahî Yusuf’tan bahsetmesi, Ahî Yusuf’u iyi tanıdığını göstermektedir. Konya’da şeyhi Ahî Evran’ın yanında yetişen Ahî Yusuf’un, Ahîlerin teşkilatlanması için her türlü yetki ve desteği veren I. Alaaddin Keykubad döneminde, şeyhi tarafından Antalya’ya gönderildiği düşünülmektedir. Şeyhinin emri ile Antalya’ya gelen Ahî Yusuf, Antalya Kaleiçi’nde Mermerli denilen mevkide medrese ve zâviyesini kurmuş ve kılıç ustası olduğu mesleğini de burada icrâ etmeye başlamıştır.
Kılıççı Ahî Yusuf diye de bilenen Ahî Yusuf, atölyesinde çırak ve kalfalarına kılıç ustalığını öğretirken, medrese ve zâviyesinde de talebe ve müridlerini eğitmiş, onlara ilim ve irfanını aktarmış, Antalya’nın mânen ve madden kalkınmasında yüzyıllar boyu etkili olmuştur. Kurduğu Ahî medrese ve zâviyelerine, işçi ve çıraklardan başka, öğretmenler, müderrisler, kadılar, hatipler, vâizler, emirler, bölgenin saygın ve önder kişileri devam etmiş, bu medrese ve zâviyelerden üst düzey yöneticiler, tabibler, vâliler, komutanlar, müderrisler ve kadılar yetişmiştir.
Antalya Kaleiçi’nde, Mermerli mevkiinde, Selçuklu mîmâri özelliklerini taşıyan iki katlı türbesinin, üst katında zâviyesi ve alt katında mübârek kabri bulunan Ahî Yusuf’un, mânevî atmosferi ve huzur dolu hücresi günümüzde de ziyâretçileri ile dolup taşmaktadır.