Zamana bakış açımız nedir? “Bizim geldiğimiz zamana bak.”, “Ben şu zaman da gelecektim ki!” Eğer böyle ise kendimizi gereksiz yere kandırıyoruz. Bu tip ifadeler bizi hem bir yere vardırmaz hem de zamana dair bakış açımızın bulanmasına sebep olur. Zira her dönemin kendine has zorlukları, kolaylıkları, hoşlukları mevcuttur. Ki ne demişler: “Dem bu demdir. Dem bu dem.” Yani her dönemin kendine has incelikleri ve güçlükleri mevcut. Hepimize düşen bu dem de ki eksikliği, yitirilmişi onamak.
Peki, içinde bulunduğumuz vakte dair bakış açımız nedir? “Şu filmi izleyeyim zaman geçsin.”, “Şurada biraz takılayım, vakit öldüreyim.” gibi sözler aslında zamanımızı nasıl geçirdiğimize ayna nitelikte. Nitekim kültürümüzde ‘iki günü eşit olan zararda’, ‘hayırda yarışmak’ var iken zamanı kendimize bile hayırlı hale getirmemiş oluyoruz.
Zaman dediğimiz kavram kendine has bir ilimden ibaret. Dileyen bu ilimde derinleşebilir. Yalnızca yaşayabiliriz de.
Ne kadar yaşayacağımızı bilseydik ona göre davranırdık muhakkak. Belki uykular girmezdi gözümüze. Belki anında yola çıkar istediğimiz şeyi gerçekleştirir, belki sevdiğimiz birini arar onunla daha çok vakit geçirirdik. Hayatımız mutlaka daha planlı olurdu.
Özellikle ebeveynlerin ellerindeki telefonlara ayırdığı zaman çocuklarına, ailelerine ayırdığı zamandan görülüyor ki daha fazla, daha nitelikli. Ve aslında çocukların gözünden bakacak olursak hiçbirimiz anne-babamızın biz yerine telefonla ilgilenmesini istemeyiz. Ki en değerli vakitleri hak eder çocuklar. Bizim bu zamanında zorluğu budur belki de.
Michael Ende’nin harika eseri “Momo” da insanların ellerindeki zamanı çalan duman adamlar vardır. Ve bunu direk çalmak olarak değil şu an ki yaşadığımız şekliyle yani zamanı öldürerek alırlar. Önceleri pek farkına varmadan fakat günün birinde sürekli canı sıkılan ve hiçbir şey yapmak istemeyen, her şeyi boş gören, gülmeyi de ağlamayı da unutan insan topluluğu meydana gelir. Yalnız Momo hariç herkesin zamanını ele geçirmişlerdir. Momo da olan şey, o zamanını kalbinde taşıyordu. “Oysa zaman yaşamın kendisiydi. Ve yaşamın yeri yürekti.”
Nitekim yolculukta katır üzerinde yazı yazan, yemek yerken dahi ilimle meşgul olan, esir düştüğü yerde yedi dil öğrenen, yaşı 80 olmasına rağmen günde 15 saat çalışan, ölüm döşeğinde dahi bir şeyler öğrenmek için çabalayan yani öğrenmeyi, çalışmayı, üretmeyi yaşamının her noktasına nakşeden insanların hikâyelerini dinler, okuruz. Bu insanlar bir şey keşfetmiş olmalı ki! O da zamanın ne kadar kıymetli olduğu…
Zamanın kıymetini anlamak ve zamanı seyretmek için bir bebeğin gözlerine de bakmalı. Çünkü zaman küçük bir bebeğin gözlerinde vücut bulur. Okyanuslar kadar derinlik oradadır. Yine akışkanlık ve durağanlıkta…