Biz farketsek ya da farketmesek de hayatımızın merkezinde olan bir şey var. O da nasıl öğrendiğimiz? Okuyarak mı, dinleyerek mi yoksa o işin fiziksel anlamda bir parçası, üreticisi olarak mı? Eşyayla nasıl temas kurduğumuz? Mesela karşımızda duran yamuk bir tabloyu düzeltmeden edemez miyiz yoksa bakar ama rahatsız olmadan geçip gider miyiz hatta dikkat bile etmez miyiz? İşte tüm bu soruların cevabı bize nasıl öğrendiğimiz hakkında ipuçları verir.
Bu bağlamda öğrenme stilleri üçe ayrılıyor. Görsel , işitsel ve kinestetik. Buna göre görseller bir şeyi okuyarak, şeklen görerek öğreniyorlar. Hayatlarını idame ettirirken düzenli, titiz ve planlı oluyorlar. İşitseller dinleyerek ve dinlediğine katılarak, tartışarak öğreniyorlar. Bu yüzden konuşkan ve ses ve müziğe duyarlı oluyorlar. Kinestetikler ise tecrübe ederek. Yani fiziksel temas kurarak kavrıyorlar. Hareketi seven yerinde duramayan tipler olarak karşımıza çıkıyorlar.
Burada ilk bakışta herkes kendini bir kategoriye dahil edebilir. Zaten yapılan araştırmalarda insanların 2/3 sinin bu üç stile de sahip olduğu ortaya çıkmış. Ancak yine bir ya da birkaçı baskın olarak. Bunun dışında yalnız görsel/ yalnız işitsel/ yalnız kinestetik olanlar var ki durum onlar için daha zor. Çünkü bu tip insanlar özellikle öğrencilik dönemlerinde sıkıntı çekerler ya da sıkıntılı tipler olarak görünürler. Öğretmen konuyu anlatırken “Hocam tahtaya yazar mısınız?” (görsel), sözlüde konuya hakim olup yazılı da çakan (işitsel) ve yerinde hiç duramadığı için sürekli azar işiten ve yaramaz diye tanınan (kinestetik) arkadaşlarımızı hatırladık değil mi? İşte bunlar hep öğrenme stilinin vermiş olduğu sonuçlarmış meğer.
1960 yılında keşfedilen öğrenme stilleri çok sonra okullarda kendi alanını buldu. Nitekim şu an ki müfredatta da farklı öğretim metotlarını görmek mümkün. Öğretmenler hem tepegöz hem anlatım hem de beceriye dayalı bir öğretim metodu uygular ve daha başarılı bir sonuç ortaya çıktığı görülür.
Bir de bu öğrenme stillerinin günlük hayatımızı etkileyen tarafı var. Misal aile içinde birbirimizi bazen anlamakta zorluk yaşadığımız durumlar olabilir. Burada da hem kendimizin hem de aile bireylerimizin hangi öğrenme stiline sahip olduğunu bilirsek iletişimimiz daha kolay olacaktır.
Alp Boydak bunu kitabında bir örnek vererek şöyle açıklıyor:
“ Kinestetik eşiniz ve çocuğunuzun bir şeyi yapmasını ya da hatırlamasını istiyorsanız, onlara bunu kinestetik mesajlarla vermelisiniz. Ekmek alınacaksa ‘ Ekmekliğe bakar mısın ekmek var mı? Eğer yoksa akşam gelirken bir ekmek alır mısın?’ diyerek ekmeğe dokunmasını sağlayın. Bu ekmeği daha iyi hatırlamasını sağlayacaktır.
Görsel eşiniz ya da çocuğunuz için aynı şeyi yazıp, vermeniz gerekir. Bunu yaparken ekmek kutusunu ya da poşetini havaya kaldırıp görmesini sağlayın.
İşitseller içinse sözlü olarak söylemeniz yeterli olacaktır.”
Buradan da görülüyor ki nasıl her birimizin fıtratı/yapısı faklı ise öğrenme stlimiz de birbirimizden farklı ve aslında bu bizi biz yapan değerler arasında. Bunu idrak ederek hem kendimizi hem de çevremizdeki insanlarla olan ilişkimizi daha kolay ve anlaşılır hale getirebiliriz.