Uluslararası siyasette Türk Dünyası’nın ve İslam âleminin lideri olabilecek yegâne devlet Türkiye’dir. Türkiye’nin enerjisinin bölücülük ve terörle mücadele, laik-antilaik çatışması, cemaat-tarikat kavgaları, hayat tarzı tartışmaları gibi konularda harcanmasının maliyeti Milletimiz açısından yüksek olmuştur. 15 Temmuz kalkışması, Türkiye’nin bu minvalde uğradığı en büyük ihanetlerden birisi olarak tarihe geçmiştir.
Yakın tarihte yaşadıklarımıza baktığımızda, bütün bu saldırı ve ihanetlere rağmen hendek terörüne karşı verilen mücadelede, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarında Türk Devleti’nin direncinin yüksek olduğunu gösterdiğimizi söylemek gerekir.
Bazı uzman “Demokratik Açılım” ve “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan süreçte, bu girişimlerim ileride hem Türkiye içinde hem de Suriye’nin kuzeyinde yol açacağı sıkıntılar konusunda ilgilileri ikaz eden ifadeler kullandılar. O zamandan beri söz konusu meselelerin Türkiye açısından ciddi bir beka meselesi ile karşı karşıya olduğu ifade edilmektir. Meselenin özellikle 1990’lardan beri yeni biçimler alan küresel egemenlik savaşının bir parçası olduğunun da her zaman altını çizmemiz gerekir.
Bugün Türkiye’nin ülkesi ve milleti ile “bölünmez bütünlüğü” olarak tanımlanan varlığının ciddi tehlikelerle karşı karşıya olduğu bir realitedir. Siyasetin bu meseleyi kendi mecrasında farklı mülahazalarla kullanması, bu gerçeği değiştirmemektedir.
ABD’nin Brunson vakasındaki tehdit ve yaptırımları, yine geçen ay içinde Suriye’den çekilme kararına rağmen “Kürtler” diyerek PKK’nın Suriye uzantılarını Türkiye’ye karşı koruyacağını açıklaması, hatta Türkiye’yi ekonomik olarak mahvetmekle tehdit edişi milletimizin hafızasında canlılığını korumaktadır.
Türk Devleti, NATO’daki büyük müttefikinin bu siyaseti karşısında Rusya Federasyonu ile ilişkilerini geliştiriyor; güçlü tutmaya çalışıyor ama hepimiz, bunun da sınırlarının olduğunun ve bu ilişkilerin bir noktaya kadar gelişebileceğinin farkındayız.
Tıpkı XIX. yüzyıldaki olduğu üzere, II. Abdülhamid devrindeki gibi “denge” siyasetini yürütmeye çalışıyoruz. Bu denge arayışı hasebiyle, ekonomik açıdan ABD’nin en güçlü rakibi ve dünyanın en büyük gücü olmasına kesin gözle bakılan Çin’in, Doğu Türkistan Türklerine uyguladığı sistematik asimilasyon ve soykırım uygulamalarına, resmî düzeyde gerekli tepkiyi gösteremiyoruz.
Hâlbuki Çin’in Doğu Türkistan’dan sonraki hedefinin Türkistan coğrafyasındaki diğer Türk topraklarında nüfuzunu arttırmak olduğunu tarih ve strateji bize açıkça göstermektedir. Türkiye, zaman zaman ters düşse de Almanya, Fransa gibi devletlerle de bu denge politikası içinde ilişkilerini bozmamaya özen gösteriyor; Rusya ve Çin ile de aynı şekilde iyi ilişkileri geliştirmeye çaba harcıyor.
Türkiye’nin beka meselesinin eğitimden ekonomiye, ordudan hukuk devletinin yeniden inşasına kadar çeşitli boyutları bulunmaktadır. Hepimiz kendi alanımızda, yolumuzda millî beka mücadelesine katkı sunmalıyız. Gençliğin eğitimi ve yetişmesi, millî teknolojinin geliştirilmesi, ekonominin yapısal problemlerinin çözülmesi, etnik ve mezhebî farklılıkların husumet sebebi hâline getirilmemesi, yüce dinimizin istismarının önlenmesi, millî ve manevi değerlerin asrın idrakine söyletilmesi gibi bir dizi konuda toplumun her kesimine görev düşmektedir.