“Merkez Anadolu Güvenlik Ekseni”
[email protected]
Cumhuriyetin ilk yıllarından 2000’li yılların başına kadar Türkiye’nin güvenlik ve tehdit algısını belirleyen faktör, yönetici elitlerin sınıfsal ve bürokratik meşruiyet kaygılarıydı. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bu anlayışı statükoya dönüştüren yönetici elitlerin siyasi önceliği, Osmanlı’dan sonra kurulan yeni devletin batılı, laik ilkeler temelinde geçirdiği dönüşüm sürecini tamamlamak, bu esnada elde ettikleri sınıfsal ve bürokratik meşruiyetlerini korumaktan ibaretti.
Kimin/neyin güvenliği? Neye karşı güvenlik? Nasıl Güvenlik? Sorularının cevaplarını belirleyen zihin kodlarının temelinde, bu sınıfsal ve bürokratik meşruiyet kaygıları yatmaktaydı. İşte bu zihin kodlarıyla oluşturulan güvenlik ve tehdit anlayışı eğitim sistemi vasıtasıyla nesilden nesile aktarılan bir güvenlik kültürüne dönüştü. İlkokuldan itibaren tüm eğitim kademelerinde, hatta yetişkin erkeklerin mecburi askerlik dönemleri de dâhil olmak üzere hayatın her aşamasında zihinlere adeta kazınırcasına işlendi.
Bu güvenlik kültürü; dışta “üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili ” , içte “irtica/bölücülük tehdidiyle karşı karşıya bir ülke” tasavvuru ortaya koymaktaydı. “ Yalnız ülkemin yalnız halkı” , “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” , “su uyur düşman uyumaz” vb. söylemler sosyal bir gerçeklik haline geldi.
Bu güvenlik kültürü; Anadolu’nun tarihsel mirasını, jeopolitik ve jeokültürel konumunu, ekonomik ve sosyal dinamiklerini görmezden geliyor ve topyekûn ülkeyi öğrenilmiş bir çaresizliğe mahkûm ediyordu. Bunun yanı sıra, sürekli olarak batı ve doğu arasında eksen kayması tartışmalarıyla kendi gücünden bîhaber(!) edilgen ve uydu politikalar ile nice nesillerin ömürleri tüketiliyordu.
Öyle ki, siyasi mekanizmalarla çözülebilecek toplumsal sorunlar, hâkim konumlarını tehdit eden birer güvenlik sorunu olarak tanımlanıyor ve kendi sınıfsal ve bürokratik meşruiyetlerini zora sokacak gelişmelerden uzak durdukları gibi, takip ettikleri dış ve güvenlik politikalarını da hep bu perspektiften şekillendiriyorlardı.(*)
2002 yılına gelindiğinde millet, bu öğrenilmiş çaresizliğe, bu statükocu anlayışa karşı bir irade ortaya koydu. Milletin yeniden silkinme ve ayağa kalkma umutları yeşerdi. (Devamı yarın…)
(*) OĞUZLU, Tarık (2015) “Güvenlik Kültürü ve Türk Dış Politikası” bilig / Kış 2015 /Sayı 72 / 223-250