Türkiye’de darbeleri bir gelenek hatta ülkenin kaderi haline getiren, ülkeyi, adeta farklı darbe yöntemlerinin laboratuvarına dönüştüren müesses nizamı çözmeden bu ülkede darbelerin son bulacağına inanmak hayalcilik olur.
Bu güne kadar yapılan darbe analizlerindeki Psiko-sosyolojik Savaş tanım ve yaklaşımları vakıayı teşhis açısından son derece isabetli ve önemli olmakla birlikte, köklü bir çözüm ve köklü bir değişim için tek başına yeterli değil. İşin arka planına, görünmeyen aktörlerine de odaklanmak lazım.
27 Mayıs 1960, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 darbelerinin, gelişim süreçlerini alt alta koyduğumuzda hepsinin aynı küresel yapıların parmak izlerini taşıdığını görmek mümkün. Ara dönemlerde yaşadığımız çeşit çeşit darbe girişimlerini tek tek saymaya gerek dahi yok. Zira bu girişimleri de alt alta koysak, aynı küresel merkezlerin parmak izlerini onlarda da görmemiz mümkün.
Şimdi temeli soğuk savaş yıllarına kadar giden küresel bir yapıdan bahsetmek istiyorum.
2.Dünya savaşından hemen sonra Kapitalizmin temsilcisi ABD ve Komünizmin temsilcisi Rusya (SSCB); batı ve doğu bloğu olarak belirledikleri coğrafyada NATO ve Varşova savunma paktlarını oluşturdular. Karşılıklı tehdit algısına dayalı olarak neredeyse yarım asır sürecek bir soğuk savaş sürecini başlatmış oldular. Fakat bu savaş, sözde ABD ve Rusya arasında cereyan ediyormuş gibi görünse de, aslında blokların kendi bünyesinde “Kominizmle mücadele”,“Kapitalizmle mücadele” bahaneleri ile kendi halklarına karşı yürütülen bir pisiko-sosyolojik savaşa dönüştü.
Rusya ile ABD arasında gerçekte bir savaş olup olmadığı bu yüzden hep tartışıldı. Tabiri caizse her horoz kendi çöplüğünde bir düzen kurdu ve birbirlerine bir tek kurşun dahi sıkmadan, birbirlerinin çöplüğüne taşmadan yıllarca soğuk savaş yürütürken, kendi savunma paktları bünyesindeki ülkelerde komünizmle mücadele, kapitalizmle mücadele adına çok kan akıttılar. Meselenin bu boyutu ayrı bir makale konusu… Benim asıl üzerinde durmak istediğim; Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ ya girmesiyle başlayan NATO merkezli tehdit algısının başımıza açtığı işler.
1952 yılında Türkiye mi NATO’ ya girmiştir; yoksa NATO mu Türkiye’ye mi girmiştir?
O yıllardan bu yana yaşadığımız hadiseler bu konuyu tartışılır bir hale getirmektedir.
1952 yılından itibaren Komünizm tehdidine karşı konuşlanmış üslere; teşkil edilmiş gladyo tarzı yapılanmalara baktığımızda NATO’nun Türkiye’ ye girdiği fikir daha ağır basmaktadır.
Bu günkü FETÖ elebaşının Komünizmle Mücadele Derneği’nde başlayan serüveni ve geriye doğru bakıp ülkede gelişen periyodik darbelere zemin hazırlayan anarşi, kaos, ve istikrarsızlık ortamlarını gözümüzün önüne getirdiğimizde, bu iddiaların hiç de yabana atılır bir iddia olmadığı anlaşılacaktır.
Türkiye’de darbelere zemin hazırlayan pisiko-sosyolojik savaş planlarının arkasında, kökü dışarıda oligarşik yapıları ve bu yapıları kullanan ana unsur olarak NATO merkezli küresel güçleri görmek mümkün.
Şimdi aktaracağım tarihi vakıa, bu iddiayı doğrular niteliktedir. Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit bir röportajında şöyle bir olaydan bahseder;
“1974’ deki Başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, Başbakanlığın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon istedi. Benden istenen miktar, örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. Genelkurmay’dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. “Özel Harp Dairesi” için istiyoruz yanıtı geldi; öyle bir resmi dairenin o zamana kadar adını bile duymamıştım, “Şimdiye kadar bu Dairenin giderleri nereden karşılanıyordu ?” diye sordum. O zamana kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD’ nin karşıladığını; ancak artık ABD’ nin bu parasal katkıyı kestiğini, o nedenle Başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi. Özel Harp Dairesinin nerede bulunduğunu sordum. “Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada…” yanıtını aldım.”
Zamanın Başbakanı örtülü ödenekten para vermiş midir? Vermemiş midir? Bilinmez ama Türkiye’ de bir dönem komünizmle mücadele(!), bir dönem terörle mücadele(!) ve bir dönem irticayla mücadele(!) adına neler yapıldığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Aynı yapıların 15 Temmuz işgal girişiminde de aktif rol oynadığı noktasında hiç şüphemiz yok. Fakat, FETÖ ile mücadele edilirken, NATO menşeli gladyo türü yapılanmalara ulaşılıp, ulaşılmadığı; yürütülen operasyonların bu yapılanmalara dokunup dokunmadığı ya da dokunamadığı konularında ise derin şüphe ve endişelerimiz var.
Gerek Eski Başbakan Bülent Ecevit’in röportajında bahsettiği Özel Harp Dairesi ‘nin, gerekse 90’lı yıllarda yine TSK bünyesinde teşkil edilen çoğumuzun bu güne kadar adını dahi duymadığı Psikolojik Harp Taburları’nın, o günlerde kimlere karşı ve ne tür faaliyetler yürüttüklerini halen bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey var ki, bu ülkede birileri ne zaman darbeci ve vesayetçi oligarşik unsurlara, NATO merkezli gladyo türü yapılanmalara dokunacak olsa, görünmez bir el hemen devreye giriyor ve bir dizi psiko-sosyolojik operasyon ile oluşturulan kaos ve anarşi ortamının ardından askerler yönetime el koyuyordu. Bu tezi doğrular tarzda, gerek 60 İhtilali, gerek 80 darbesi ve gerekse 28 Şubat süreçlerinde ülke genelinde oluşturulan anarşi ve kaos ortamları halen hafızalarımızd