Suriye’de ilk çatışmaların başladığı Mart 2011’ den bu güne 5 yıl geçti. Çatışmalar başlamadan önce ve başladığı ilk günden bu yana bölgedeki hiçbir gelişmeye kayıtsız kalmayan Türkiye, zalim Baas rejiminin zulmünden kaçarak sınırlarımıza gelen Suriyeli mazlumlara 29 Nisan 2011’ de kapılarını açmış ve bin yıllık kardeşliğinin gereği bir “Ensar Duruşu” ile kol kanat germiştir.
Nisan 2011’den bu güne kadar geçen bu beş yıl içinde ülkemize sığınan Suriyeli göçmen sayısının 3 milyon rakamına ulaştığı biliniyor. Suriyeli göçmen nüfus üzerinde yapılan araştırmalara göre ise bu nüfusun yaklaşık %40’ı eğitim yaşındaki genç ve çocuklardan oluşuyor. Bu demektir ki, 1 milyonun üzerinde çocuk ve gencin eğitim hayatı kesintiye uğramış ve alt üst olmuştur. Türkiye bu duruma kayıtsız kalmamış, savaşın daha ilk aylarında yoğun göç alan Kilis, Gaziantep gibi illerimizde eğitim çağındaki Suriyeli göçmenler için geçici eğitim merkezleri kurulmuş ve bu öğrencilerin Suriye’de yarım kalan eğitimlerine yine Suriyeli öğretmenler nezaretinde devam etmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. “Geçici Eğitim Merkezleri” modeli her ne kadar Suriyeli genç ve çocukların savaşın travmasını üzerlerinden atmalarına katkı sağlamış olsa da, adından da anlaşılacağı üzere geçici bir çözümden öte geçememiştir. Zira gelinen noktada bölgede yaşanan savaşın kısa ve orta vadede bitmeyeceği gerçeğinden hareketle, eğitim konusunda geçici çözümlerden ziyade kalıcı ve uzun vadeli, toplumsal entegrasyona yönelik çözümler ortaya konulması gerektiği resmi makamlarca anlaşılmıştır. Ülkemizin son zamanlarda Suriyeli göçmenlere yönelik politikalarda benimsediği stratejinin, barınma ve güvenlik öncelikli politikalar kadar eğitim ve toplumsal entegrasyon öncelikli politikalar da üretmek olduğu, konuyla ilgili gelişmelerden anlaşılmaktadır. Bu gün gelinen noktada Türkiye için Suriyeli göçmenler meselesi artık kısa ve orta vadeli barınma ve güvenlik sorunu olmaktan çıkmış, birlikte gelecek inşa etmeye yönelik bir eğitim ve toplumsal entegrasyon meselesine dönüşmüştür. Devletimiz bu durumun farkındadır ve bu çerçevede politikalar üretilmeye başlanmıştır.
Antalya hariç, 80 ilde yaşayan eğitim çağındaki Suriyeli göçmenler, Milli Eğitim sistemine bir şekilde dâhil edilmeye ve eğitimlerini toplumsal uyum ve kaynaştırma temelli olarak sürdürmeye başlamışlardır. Fakat maalesef Antalya bu gelişmelerin halen dışında kalmaktadır. Antalya’da yaşayan eğitim çağındaki Suriyeli göçmenler yaşadıkları bu şehirden geçici kimlik numarası alamadıkları için, Milli Eğitime bağlı okullara kayıt yaptıramamakta, bu yüzden kendi imkanları ile oluşturdukları eğitime elverişsiz getto tarzı ortamlarda eğitimlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar. Şu an için aldıkları eğitimin Milli Eğitim açısından resmi hiçbir değer ve karşılığı olmadığından, eğitim çağlarını boşa geçirme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Diğer taraftan, bu eğitimler sürdürülebilirlikten uzak, adeta taşıma suyla değirmen döndürmek kabilinden bireysel yardımlarla yürümektedir. Suriyeli bir neslin geleceği Antalya’da adeta kararmaktadır. Bu gün kendilerine ulaşan küçük maddi yardımlarla sevinen bu çocuklar, böyle giderse yakın gelecekte, bu gün kaybettikleri eğitim çağlarından dolayı bizleri sorumlu tutacaklardır. Bu çocuklar açlığın, yoksulluğun acısını belki bir gün unutabilirler… Ama eğitimden mahrum olmanın yaşatacağı kaybı bir ömür unutmayacaklardır.
Bu gün Antalya Serik’ te, Kepez Fatih Mahallesinde ve belki bilemediğimiz daha nice gecekondu köşelerinde eğitime elverişsiz ortamlarda iptidai bir eğitim görmekte olan yüzlerce çocuk bu çerçevede değerlendirilmelidir. Antalya’da yasal eğitim imkânlarının kısıtlanması, kontrolü mümkün olmayan ve hangi müfredata göre yürütüldüğü belirsiz bir eğitim sistem(sizliği)nin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Antalyalı STK’ ların samimi ve iyi niyetli destekleri ile sürdürülmeye çalışılan bu duruma acil ve kalıcı bir çözüm bulunmadığı takdirde orta ve uzun vadede sonuç sandığımızdan daha vahim olabilir. Bu çocuklar, vicdanlarımızı rahatlatan üç beş kuruşluk yardımın dışında, geleceklerini inşa ve mevcut eğitim sistemimize dâhil etmek adına atılacak adımlara muhtaçtırlar. Aksi takdirde üç beş yıl sonra bizler bu çocukların eğitim sorunlarını değil, çok daha derin ve baş edilmesi güç toplumsal sorunları konuşuyor olacağız. Bizden söylemesi…