ALLAH rızası ve ümmet kavramları bugün İslam adına su istimale uğrayan kavramların en başında gelir. Her gurup ve cemaat kendine göre ehlisünnetin mutlak ve tek temsilcisidir.
Aynı zamanda yaptıkları işler yanlış ve kendilerinin dışındakileri yok sayma adına da olsa hep ALLAH rızası ve ümmet adınadır. Aslında yaptıkları her iş kendi gurup veya cemaatleri adına ve menfaatine olmasına rağmen kişiler yapılan işlerin sözde, ALLAH rızası ve ümmet adına yaptıklarını söyleyerek kendilerini aklama çabasına girerler.
Konuyu fikir ve eylem boyutuyla izah edecek olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. Günümüzde bazı hocaların anlattıkları İslam ile bazılarının anlattıkları ve hatta diğer bazılarının anlattıkları İslam birbirinden tamamen farklıdır. Bu farklılıklar nerdeyse birbirlerini tanımayacak ve yok sayacak kadardır.
Bu farklı fikirlerin karşılıkları da kendiliğinden oluşan bir gurup veya cemaat anlayışına tekabül etmektedir. Yani sözde kardeş ama en hafif ifadeyle özde birbirine kâfir gözüyle bakmaya götüren, kendini beğenmişlik ve yüksek öz güven söz konusudur.
Böylece deniliyor ki bizler doğru yapıyor diğerleri doğru yapmaları ve düşünmeleri mümkün olmayan yanlış düşünce ve hareket tarzı içindedir. Acı ama bugün Türkiye’de saflar bu şekilde ayrılmış vaziyettedir. Diğer acı tarafı ise şimdi herkes FETÖ diyor ama hemen hemen yine herkesin idealindeki cemaat anlayışı, yapılanma tarzı ve siyasette, bürokraside yer alma hırsları ve adeta ekonomiye bakış açıları bir FETÖ adayı gibiler.
Hakikat olan şudur ki, bir guruba veya cemaate mensubiyet bağıyla değil de asabiyet bağıyla bağlanan her kişi, TALİBAN ve DEAŞ ruhlu bir nesil yetişmesine çok az farklarla katkıda bulunmaktadır. Bir guruba veya cemaate bağlı olabilirsiniz ama bağımlı olduğunuz zaman iş farklılaşıyor. İşte o an asabiyet devreye giriyor ve sizin üstünlüğünüz, ait olduğunuz gurup veya cemaatin ilkelerine bağımlı olduğunuz ölçüde olmuş oluyor.
Asabiyet, üstünlüğü takvanın dışında aramak olduğu için siz, ne kadar cemaatçi olursanız, o kadar üstün ve nitelikli oluyorsunuz demektir. Oysa bunun yanlış olduğunu herkes hem bilir hem de söylerler; lakin iş yapmaya gelince çoğu zaman doğru dediklerini tersini yaparlar.
Kim ne derse desin, başımızı kuma gömmeden Türkiye’deki Müslümanların durumuna baktığınızda; Kuran, hayat kitabı olmaktan çıkarılıp menfaat elde etme ve merasim kitabı haline dönüştürülmüştür. Yani mevlitlerde, kandil gecelerinde, ölülerin kırkıncı, elli ikinci gecelerinde okunan dua kitabı haline getirilmiştir. Sünnet; sakala, sarığa, yemeğe tuzla başlamaya, önüne gelen tabağı sıyırmaya vb fiillere kadar indirgenmiştir.
Nefis tezkiyesi, ruh terbiyesi olan tasavvuf da, şeyhlerin Levh-i Mahfuz’dan okuyarak (!) bilgi verme, ruhaniyetleriyle Peygamber Efendimizin sohbetlerindeki (!) bilgilerin intikaline, bizim tarikata bizim cemaate mensup olduğunuzda cehenneme götüren zebanilerce serbest bırakılacağına, aynı zamanda gurup ve cemaatten ayrılınca ya da ona körü körüne tabi olmayınca ALLAH tarafından uyarılmak adına şefkat tokadı atılacağı safsatasına kadar indirgenmiştir.
İşin diğer bir acı tarafı da STK olarak düşündüğümüz her dernek ve vakıflarda ileriye dönük gurup ve cemaat olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu gurupların bir çogu kendilerini dinin tebliğ ve irşat cısı olarak değilde, polis ve jandarması gibi görüyor. Buda onları bu günün kullanılmaya hazır silahsız TALİBAN’ı ve DEAŞ’ı yapıyor ama farkında değiliz.