1.GİRİŞ
Kavmiyetçilik, diğer bir deyişle ırkçılık kısaca, insanın sahip olduğu farklılıkları, yaratılış itibariyle kendisine benzemeyen diğer insanların aleyhine kullanma saplantısıdır. Bundan dolayı kavmiyetçilik, toplumların parçalanıp yok olmasına yol açan çok kötü ve bulaşıcı bir hastalıktır. Irk, soy, sop, kabile, meşrep, mezhep, dil, inanç, kültür vb. özelliklerin üstünlüğünü esas alan bu hastalık, farklı hemşeri, cinsiyet, grup ve takım çekişmelerine kadar varan holiganlıklarla insanlar arasında kin ve nefret tohumlarının atılmasını sağlar. İnsanlara gurur, kibir ve benlik duyguları vererek onların tek ferde kadar parçalanmasına, hatta birbirlerini yok etme vahşetine bile sürüklenmelerine sebep olur.
İslam, zulüm ve sömürüye yol açan düşünceler gibi kavmiyetçiliği de yasaklamıştır. Irkların aynı kökten geldiğini, üstünlük iddialarının temelsizliğini ortaya koyarak tüm insanların Hz. Âdem (as) ile eşi Havva’dan yaratıldığını, insanların ırklara ve kabilelere ayrılmasının, onların tanışması ve yardımlaşmaları amacına yönelik olduğunu belirtmiştir. İslam inancına göre, zulüm ve sömürüye neden olacak kalıcı bir üstünlük söz konusu değildir. İnsanların iyilik ve üstünlüklerinin; yalnızca inançları, yaşama biçimleri, Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma konusundaki titizliklerinden kaynaklanır.
Irk öğesi, insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medeni bir toplumun oluşmasında da temel bir etken değildir. Medeni bir toplum, hayvanlar gibi içgüdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler etrafında toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle; İslam toplumu, İslam’ı bir din, bir hayat düzeni olarak benimseyen, insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etkenin inanç olduğu bir toplumun oluşmasında, başka hiçbir maddi ya da manevi etkinin katkısı yoktur. Aynı akide çerçevesinde birleşen insanlar, kan bağları olmasa da kardeştirler.
Akıl ve iradesiyle iyilikleri seçme ve kötülüklerden uzak durma imkânına sahip olan insan, ilahi imtihan gereği dünyada işlemiş olduğu bütün amellerinden hesaba çekilecektir. İnsan, hak ve batıl apaçık ortada iken, isabetli seçimi yapmadan “Allah ne takdir ettiyse o olur, Allah, beni kötü biri olarak yarattı” diyemez. Bir kul olarak insanın akıl ve iradesini iyi, doğru, güzel, faydalı ve adil olarak bilinen değerleri seçme doğrultusunda kullanması, hem şahsının hem de yaşadığı toplumun yararına olacaktır.
Bu çalışmada, gücü elinde bulunduran bir kısım insanların haksız olarak güçsüzler üzerinde kurduğu tahakküm ve sömürü ayıplarına örnekler verilmiştir. Eşit temel haklara sahip olması gerekirken, bir kısım insanları aşağılayıp ötekileştiren kavmiyetçiliğin toplumlara verdiği zararlar ve bu zararları bertaraf etmenin çözüm yolları ayet ve hadisler ışığında ele alınıp adil, mutlu ve huzurlu bir dünya düzeninin kurulmasına katkıda bulunma hedeflenmiştir.