Onlar, tehditler savurarak, yol başlarını tutup, Hz. Şuayb’ın mesajının yanlış olduğuna dair şüpheler yayıp halkı yanıltıyor, insanları Allah’ın yolundan çeviriyorlardı. Akrabaları, Şuayb’ı linç etmeyi düşünüyorlardı. Şuayb’ın toplumları hayata kavuşturan mesajlarını, doğrudan doğruya reddetmediklerinden, dolaylı olarak, geçersiz kılmak niyetiyle, bütün bu güzel düşünceleri, O’nun peygamberliği ile alay etmekte kullandılar. Zaten, ‘ne dersen de, biz seni anlamıyoruz’ diyorlardı. Bu maksatla kıldığı namaz ile alay edip, ‘atalarımızın toprakları Tanrılarımızı terk etmeyi yahut mallarımız konusunda istediğimiz şekilde tasarruf etmemizi senin namazın, ibadetin mi emrediyor?’ diyerek işi değişik mecralara çektiler. Şuayb, onları birtakım şeylerden men ederek, Allah’tan bir lütuf olarak gönderilen peygamberliğini bihakkın ifa edip, kendine gelen lütuf ve ihsanlardan onları da istifade ettiriyordu. Onlar ise Hz. Şuayb ve O’na inananları sürgüne göndermekle tehdit ettiler. İnandıkları davadan geri çevirmek istediler. Şuayb’a inananların, perişan olacaklarını bildirdiler. Hâlbuki asıl pişman olacaklar kendileriydi. Onlara, geçmiş ümmetlerin başlarına gelen hadiseleri de anlatmayı ihmal etmeyen Şuayb (a.s.), halkın kendini dinlemeyip sapıklık ve yanlışlıklarında diretince: ‘Ey bizim Rabbimiz! Bizimle şu bizim halkımız arasında sen adil hükmünü ver, haklı ve haksız açığa çıksın. Sen elbette hüküm verenlerin en iyisisin! Şeklinde Hakk’a niyazda bulundu.”[1]
“Derken şiddetli bir deprem, korkunç ses bastırıverip onları kıskıvrak yakaladı ve derhal oldukları yerde çöke kaldılar. Şuayb’ı yalancı sayanların, vatanlarında şen şakrak akıbeti perişan oldu. Allah’ın azap emri gelince, Şuayb ve beraberindeki müminleri Allah kurtardı. Medyen halkı da Semud gibi kaybolup gittiler. Gördüğü müthiş manzara karşısında Şuayb, yüzünü üzüntü ile öteye çevirip: ‘Zavallı Halkım’ dedi, ‘ben size Rabbimin buyruklarını tebliğ etmiştim, sizin iyiliğinize çalışmıştım, size öğütler vermiştim! Artık böyle nankör, böyle kâfir bir toplum için ne diye üzülüp kendimi harap edeyim!’”[2] “Şiddetli bir deprem, sarsıntı şeklinde açıklanan olay, Cebrail Aleyhisselam’ın kalplere ürküntü veren bağırışı (sayha) şeklinde de tefsir edilmiştir. Bu tefsire göre ‘onları bir titreme aldı’ şeklinde bir anlam verilmesi de mümkündür.”[3]
[1] Bedir, 2010, Tevhidin Yurdu Kur’an-ı Kerim Atlası, 326-328, 505-513.[2] Araf, 7, 85–93; Hud, 11, 84–95; Ankebut, 29, 36–37.[3] Kur’an-ı Kerim Açıklamalı Meali, TDVY, 389.