Allah belli bir hikmete göre yarattığı her şeye en uygun biçimi vermiş ve onları kendisine en uygun keyfiyetlerle donatmıştır. “Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör. Mesela, görmek ve işitmek için yaratılmış olan göz ve kulağın daha iyi, daha uygun bir yapıda düşünülmesi mümkün değildir. Aynı şekilde hava, su ve toprak da yaratılmış oldukları hikmetlere en uygun özelliklere sahip olarak yaratılmışlardır. Hiçbir kimse, herhangi bir yaratığın biçiminde ne bir kusur, ne de bir çatlak gösterebilir ve ne de o biçiminde herhangi bir değişiklik yapabilir. Yaparsa, bu değişikliğin hemen sırıttığının ve kendi acziyetinin farkına varır.
İnsanın en güzel bir şekilde yaratılışı ile ilgili olarak birçok ayet-i kerime vardır. Bunları azıları şöyledir: “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emin beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Bu ayetlerde belirtildiği gibi Allah Teâlâ insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli olarak yarattığını belirtmektedir. Burada ‘en güzel biçimde yarattık’ ifadesi bu hususu belirtmektedir. İnsan serbest iradesi ile ya bu kabiliyetlerini en güzel bir şekilde kullanarak, meleklerden bile üstün ‘kâmil insan’ olacak ya da en kötü bir şekilde kullanarak yani menfi yönü tutarak yaratıkların en aşağı mertebesinde yani Kur’an-ı Kerim’de geçen ifade ile ‘esfel-i safilin’ olarak yer alacaktır. “O, O’dur ki: Sizi yaratmıştır, öyle iken sizden kâfir de vardır ve sizden mümin de vardır ve Allah, ne yapar olduğunuzu hakkıyla görendir. Gökleri ve yeri hak ile yarattı ve size suret verdi de suretinizi güzel yaptı ve dönüş de ancak O’nadır. Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, Allah insanı her yönüyle üstün meziyetlere sahip olarak yaratmış, böyle iken bir kısmı yaratılıştaki kabiliyetinin aksine olarak, kendi akıl ve iradesiyle küfrü seçmiştir. İnsanların bir bölümü de yine kendi iradeleriyle fıtratına uygun olan imanı seçmiştir.
“Yeri sizin için yerleşim alanı, göğü de bir bina kılan, size şekil verip te şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandıran Allah’tır. İşte Allah, sizin Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi Allah, yücelerden yücedir. Sizi topraktan, sonra meniden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan) yaratan, sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız -ki içinizden daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir vakte ulaşmanız için sizi yaşatan O’dur. Umulur ki düşünürsünüz. “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır. O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmişti. Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmişti. Peki (bunları yapan) Allah’ın, ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?
“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtalarıyla) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık” ayetinde de Allah Teâlâ, insanoğluna lütuf ve ikramının bir özetini vermekte ve onun âlemdeki özel yerine işaret etmektedir. Müfessirlere göre insanın şan ve şerefi ve diğer varlıklardan üstünlüğü; Allah’ın ona verdiği beden güzelliği, el, göz, kulak, burun gibi organlarını daha becerikli bir şekilde kullanması, konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup yazması, başka birtakım varlıkları kendi hizmetinde kullanması, âletleri icat etmesi, olaylar arasındaki sebep sonuç alakasını görmesi ve bu sayede geleceğe yönelik programlar ve hazırlıklar yapması, iyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin, faydalı zararlı, adalet zulüm kavramlarının anlamlarını kavrayabilmesi; kısaca, maddi ve bedeni, ahlaki ve ruhi meziyetleri haiz olmasıdır.