İLK CİNAYET VE İLK KATİL
Bu trajik olay da Kuran’da şu şekilde geçmektedir: “Sonunda nefsi O’na kardeşini öldürmeyi tahrik edip zevkli göstererek kolaylaştırdı; böylece O’nu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.” Ertesi günün sabahında merak içinde ne yaptığını öğrenmek için yanına vardığında, akşam yattığı gibi onu hareketsiz görünce ne yapacağını şaşırdı.
Habil, yeryüzünde Âdemoğullarından ilk ölen kimse olduğundan, Kâbil onun ölüsünü ne yapacağını bilmiyordu. “Derken, Allah O’na, yeri eşiyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. ‘Bana yazıklar olsun’ dedi. ‘Şu karga gibi kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?’ Artık o, pişman olmuştu.”
Kabil pişmanlık, üzüntü ve çaresizlik içindeyken, Allah bir kargayı örnek göstererek cehaleti ve aptallığından dolayı Kabil’i uyarmıştır ve o, bir cesedi saklama konusunda, bir karganın kendisinden daha donanımlı olduğunu gördükten sonra, yalnızca pişman olmakla kalmamış, aynı zamanda kardeşini öldürmekle kötü bir iş yaptığını anlamaya başlamıştır. ‘yaptığından pişman oldu’ ifadesinde bu anlam gizlidir.
Kâbil kardeşinin cesedi başında şaşkınlık ve pişmanlık içindeyken, yanı başında iki karganın kavga ettiğini, birinin diğerini öldürdüğünü ve onun leşini, ayaklarıyla kazdığı bir çukura gömüp, üzerini toprakla örttüğünü gördü. Daha sonra da kendi kendine: ‘Yazıklar olsun bana! Ben şu karga gibi bile olup kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi kaldım?’ dedi. Bu ilk katl olayından sonra, Âdem Aleyhisselam ve Hz. Havva oğulları Habil’in ölümü üzerine uzun zaman üzülüp ağladılar.
Bu olayda da insanlar için büyük dersler vardır. İnsan nefsanî duygularına ve bu cümleden olarak kıskançlık duygusuna boyun eğerse kardeşini bile öldürebilir; ancak bunun sonu dünyada insanı içten içe yakan vicdan azabı ve pişmanlık, ahirette ise ruh ve vücudunu yakan ateştir.
Kıskançların kendilerini gören gözleri kördür, mazhar oldukları nimetleri ve güzellikleri görmez; hep başkasındakini görür ve kinlenirler. Bu hastalığın çaresi İslam’ı bütünü ile yaşayarak nefsi terbiye etmek, hep kötülüğü emreden nefsi (nefs-i emmareyi), sükûn ve huzura kavuşturmak (mutmainne kılmak) ve Allah’ın verdiğine razı (raziye) hale getirmektir.