Özellikle Fransız İhtilali’nden sonra insanların arasına bir kanser virüsü gibi sokulan bu kötü meziyet, başta Dünya savaşları olmak üzere, ektiği nifak tohumlarıyla birçok çatışmalara sebep olmuş ve milyonlarca insanın suçsuz yere katledilmesine sebep olmuştur. Bu fitnenin en büyük zararlarını da maalesef Müslüman toplumlar görmüş ve görmeye devam etmektedirler.
Irkçılık, 19. Yüzyıldan sonra Siyaset Biliminin ilgi alanına girmeye başlamıştır. Antropolojide ırk konusunda yapılan çalışmaların kısa bir tarihçesi incelendiğinde, ırk kavramının kullanımının Avrupa merkezli olduğu görülmektedir. 2. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 9 milyon Yahudi’nin ve pek çok farklı kimliğe sahip kimsenin katledilmesi olayları, Siyaset Bilimi dahil tüm Sosyal bilimlerin “ırk ve ırkçılık” konusuna olan meraklarını körüklemiştir.
Kavmiyetçiliğin, kendilerine onulmaz yaralar açtığını gören Batılıların ne yazık ki, bu fitne ateşini Müslüman toplumlar üzerindeki deneme teşebbüsleri, kendi maddi çıkarları açısından kârlı bir şekilde, ancak insanlık için korkunç tahribatlarla sonuçlanmasına sebep olmuştur. Üzülerek belirtmek gerekir ki, kavmiyetçilik fitnesini devamlı olarak geri kalmış, mazlum toplumları bir sömürü aracı olarak günümüze kadar kullanmaya devam etmişlerdir. Bu yolda değişmez taktikleri, “farklı etnik unsurlar arasında fitne ve fesat çıkar, onları böl, çarpıştır, parçala küçük ve yumuşak lokma yap ve yut” felsefesi olmuştur. Kırktan fazla kavimden oluşan ve 600 yıldan fazla hak ve adalet ölçüleri içerisinde dünyaya hükmeden Osmanlı, bünyesine sokulan kavmiyetçilik fitnesi sonucu yıkılmıştır. Bugün Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Myanmar’da, Libya’da, Mısır’da, Yemen’de ve karışıklıkların yaşandığı diğer bütün Müslüman topluluklarda kurdurulan paravan örgütlenmeler vasıtasıyla bu fitne sürecini devam ettirmektedirler.
Irkçı emperyalizmin kontrolündeki nifak odakları, sömürü çarklarının dönmesi için gözüne kestirdiği ülkelerdeki halklar arasında şer planları hazırlamakta, sürekli oyunlar tezgâhlamakta, karışıklıklar çıkarmakta ve oluşturdukları dumanlı havadan yararlanarak sömürü çarklarını döndürmektedirler. Bu çirkin oyun özellikle Müslüman toplumlarda sergilenmektedirler. En büyük silah olarak kullandıkları kavmiyetçilik hastalığının panzehirleri ise Müslümanların inancında yatmaktadır. Müslümanlar, ellerinde bulunan ama pek farkında olmadıkları bu panzehirlerin farkına varıp onlara karşı kullanmaya başladıkları zaman, anlamsız kuruntularla birbirlerini kırmaktan ve sömürülmekten kurtulacakları gibi, dünyada ezilen diğer toplumların da kurtuluşuna sebep olacaklardır.