Mekke’nin fethinde, Kâbe’yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (sav) aynı gerçeği şöyle dile getirmiştir: “Sizden cahiliye ayıplarını ve büyüklenmesini gideren Allah’a hamd olsun. Ey insanlar tüm insanlar iki gruba ayrılırlar: Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten sakınanlardır ki; bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. İkinci grup ise günahkâr ve isyankâr olanlardır ki; bunlarda Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Âdem’in çocuklarıdır, Allah Âdem’i topraktan yaratmıştır”.
Kavmiyet üstünlüğü düşüncesinin temelsizliği, başka bir hadiste de şöyle ortaya konur: “Hepiniz Âdem’in oğullarısınız, Âdem de topraktan yaratılmıştır. İnsanlar babaları ve dedeleri ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü onlar Allah nazarında küçük bir karıncadan daha değersizdirler.”] Hz. Peygamber (sav) insanların aynı kökten geldiklerini ve üstünlüğün yalnız takva ile ölçülebileceğini belirtmekle yetinmeyerek, Allah’ın insanları ırklarına göre değerlendiremeyeceğini ısrarla vurgular. Başka bir hadisi şeriflerinde ise: “Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanlarınızdır” buyurmuştur. Aynı anlamda diğer bir hadisi şerifte de şöyle dile getirir: “Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.”[2]
Bütün bu gerçek ve uyarılar karşısında kavmiyetçilik davası güden kişinin, Müslümanlık iddialarının bir anlamı yoktur. Hz. Peygamber (sav): “Kavmiyetçilik davasına karışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girenler de bizden değildir”[3] buyurarak böyle bir kişinin yerini tespit etmiştir. İslam, getirdiği evrensel kardeşlik ilkesiyle, cahiliye döneminde şiddetle hüküm süren kavmiyetçilik âdetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke müşriklerinin, zulüm ve baskılarına rağmen Romalı Süheyd, Habeşli Bilâl ve İranlı Salman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu.
İslam dini, kavmiyetçiliği yasak, din kardeşliğini farz kılmıştır. Çağımızın Müslümanlarının, din kardeşliği kavramını gereği şekilde bilmediklerini sanıyorum. Bu kavram gereği şekilde bilinmiş, anlaşılmış olsa (kaldı ki; olmak zorundadır) yurdumuzda, Kürt, Türk, Çerkez, Ermeni, Rum vb. sorunu kalmaz. Çünkü Müslüman olan kim olursa olsun kardeştir. Keşmir’de, Kıbrıs’ta, Cezayir’de, Filistin’de ve Çeçenistan’daki Müslümanın rengi, dili, ırkı ne olursa olsun, Müslüman ise öz ve öz kardeştir.
Osmanlı Devleti’ni, dünya devletleri arasında süper devlet oluşunu sağlayan kavram ve kuralların ilk sıralarında din bağı geliyordu. Merhametinden asla şüphe etmediğimiz, Rahman, Rahim olan yüce Allah, yarattığı kulunun hangi halde, hangi hallerle daha iyi olabileceğini en iyi bilendir. İslam din bağını yarattığı kuluna, farz kılan da odur. Düşünün! Bütün insanlar fıtraten İslam’a yatkındır. Ebeveyni ile dili, dini şekillenir. İşte bundan dolayıdır ki babanın evladına karşı ilk görevi, ona dinini öğretmektir[4]
Ayet ve hadislerden anlaşıldığı gibi zengin fakir ayrımı gözetilerek insanlar arasında gruplar oluşturmak da bir tür kavmiyetçiliktir. “Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da zalimlerden olasın![5]
[1] Tirmizi.[2] Müslim.[3] Müslim.[4] Ümmetinsesi.blogcu.com / kavmiyetçilik ve İslam.[5] Enam, 52.