Kuran’da bütün insanların Hz. Âdem ve Havva’dan yaratıldığına dair daha pek çok ayet vardır. Sonra bütün insanlar bu ilk çiftten yaratılarak çoğalmışlardır. Bu konuda Kuran’da geçen ayetlerden bazıları da şöyledir: “O, sizi tek bir nefisten yaratandır. Sizin için bir karar (kalış) ve emanet olarak konuluş yeri (annelerin rahmi) vardır. Kavrayabilen bir topluluk için ayetleri birer birer açıkladık”[1]. “O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için O’ndan eşini var etti. O’nu (eşini) örtüp bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla bir süre gezindi.[2]
Mevdudi, bu ayeti Tefhimu’l Kur’an’da geniş bir şekilde açıklayarak şunları kaydetmiştir: Bu ayette bütün insanlara hitap edilerek, insanlık tarihi boyunca hemen bütün toplumlarda görülen ve büyük bir sapıklık olan ırkçılık hastalığına dikkat çekilerek bu hastalığa yakalananlara şifa dağıtılmaktadır. İnsanoğlu nesil, renk, dil, vatan ve milliyet taassubu içinde her zaman kendinden olanı, kendi dışından olana üstün tutma eğilimine girmiştir. Bu yanlışlık akıl, mantık ve ahlak temeli üzerine değil, yaratılışın farklılık gösteren hikmetlerini kabullenmeme temeline oturtulmuştur. Bazen bir soy, kabile veya nesil; bazen de bir coğrafya parçası, bir renk veya dil esas alınarak insanlar haksız ayrımlara maruz bırakılmışlardır. Kendinden olanlara daha iyi sevgi ve bağlılık, yardımlaşma şefkat ve merhamet; diğerlerine ise nefret, düşmanlık, aşağılama, hakaret, işkence ve zulüm uygulanmıştır.
Özellikle Yahudiler bu ırkçılık duygularına dayanarak İsrailoğullarını, Allah’ın seçkin kulları kabul etmişler ve kendi dini emirlerinde bile İsrailoğullarından olmayanların haklarını ve seviyelerini, İsrailoğullarından daha aşağı tutmuşlardır. “Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: ‘Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz’ diye söz almış ve ‘insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin’ diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz”[3]
Onlar “ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez”[4]. Kâfirlerin savaş ve fitne ateşini yakmaları hiç eksik olmamıştır. Asırlar boyu hem kendi aralarında savaşmışlar, hem de birleşerek Müslümanlara saldırmışadır. Ayrıca Müslümanları birbirine düşürmek için yüzlerce, binlerce planlar yapmış, tertip ve düzenler hazırlamışlardır. Bütün bunlara rağmen Allah’ın nurunu söndürmeye güçleri yetmemiştir. Dinleri aynı olanlar bile ayrılmış, birbirlerine karşı kin ve düşmanlık duyguları beslemiş, korku ve endişe içinde yaşamış veya savaşmışlardır. “Eğer ehli kitap iman edip (kötülüklerden) sakınsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık. Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur’an-ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür”[5]. Dindar olmak ve dini uygulamak, medeni ve iktisadi bakımdan toplumları geri bırakmak şöyle dursun refah ve mutluluğun zirvesine çıkarır. Dini bırakıp menfaat felsefesine göre hareket edenler, başka milletleri sömürme yoluna gittikleri için gerilik, sefalet, savaş ve kargaşalara sebep olmaktadırlar. Allah’ın hükümranlığına boyun eğildiği takdirde yeryüzünde hiçbir kimse zerrece zulme uğramayacak, herkes hakkını alacak, zenginlik, bolluk ve refahı meşru yollarda arayacak ve işte o zaman gökten nimetler yağacak, bolluk ve bereket olacak, yerden de zenginlikler fışkıracaktır.
[1] Enam, 98[2] Araf, 189.[3] Bakara, 83.[4] Maide, 64.[5] Maide, 65-66.[6] TDVY, Kur’an-ı Kerim Açıklamalı Meali,12.