Bin yıldan fazla bir süredir yediğine, içtiğine, giydiğine, yaptığı işe, günlük hayatına, ibadetlerine, insanlığına dair ne varsa tüm ihtiyaçlarına ana kaynak ve rehber olarak İslam Dinini, ve onun da kaynağı olan Kur’an ve Sünneti referans kabul eden Anadolu insanı, Cumhuriyetin ilanı sonrasında bu şaşmaz kaynakların değil de insan ürünü beşeri sistemlerin referans kabul edilmesi neticesinde sudan çıkmış balığa döndü.
Dine karşı olmayan, ama dinin ve gereği günlük yaşantının ve ibadetlerin Kur’an ve sünnetten değil, resmi ideolojinin uygun gördüğü İslam algısından öğrenmesi ve uygulaması beklenen halk, İslamın uygun gördüğü FIKIH ile YASALAR arasında sıkışıp kaldı. Kılık kıyafet meselesinden, kadın erkek ilişkileri meselesine, ticaret usulü meselesinden siyaset meselesine, beğenilen, övülen, takdir edilen insan tipi meselesinden, medeniyet tasavvuruna kadar doğru olanı vaz eden İslam emir ve yasaklarına mı bakacaktı, yoksa yeni sitemin yasalarla yonttuğu bronzdan iyi insan modeline mi?
Olayın karmaşık tarafı da ölüsünü İslami referanslarla gömen, kurban kesen, çoğunluğu oruç tutan insanların, sosyal alanda, kamusal alanda Kur’an müslümanı gibi değil, Hıristiyan gibi davranmasının beklenmesiydi. Kıbleye doğru yüzü çevrilip gömülen insanın, Kıbleye doğru yaşaması istenmiyordu.
Şimdi İslam’a özellikle kamusal alanda ilgi ve saygı artmış gibi görünüyor. Yöneticilerin yukarıda yazılan çarpıklığı hisseden kişilerden oluşması, hatta bu yöneticilerin çarpıklığı giderecek çözümün, her alanda insanı en iyi tanıyan Allah’ın uygun gördüğü İslam fıkhına göre yaşanabileceğine inanmak olduğunu bilen kaynaklarda bu nedenle yetiştirilmiş olması İslam’ın sosyal alanda yaşanabilirliğini arttırdı. Baş örtüsü meselesi gibi kritik bir eşiğin aşılması, kamu kurumlarında ibadet mekanlarının tesisi, okullarda siyer, Kur’an okuma ve Temel dini bilgiler derslerinin getirilmesi, İmam Hatip Okullarının yaygınlaşması, örnek olarak verilebilir.
Tüm bunlara rağmen, tam anlamıyla Kur’an’ın emir ve yasaklarının her alanda yaşanabilirleştiği mi, yani tam kaynağın FIKIH haline dönüştüğü mü, yoksa daha dindar insanların Yasaları değiştirerek biraz daha İslam referansı kattıklarımı söylenebilir?
Yani Kur’an’dan kaynaklanan Müslüman hak ve özgürlüklerimiz tam olarak elimizde mi? Yoksa daha esnek yasalarla hala sekülerinsafın elerlide mi? Bu hak ve özgürlükleri muhafaza, fıkıh eksenli yaşamın sürdürebilirliği toplumun tüm kesimlerince normal karşılanıyor mu yoksa birileri bunların sona ermesi için avuçlarını mı sıvazlıyor. Mesela fıkhın öngörüsüyle erkek eli sıkmayan hanımefendi ya da kadın eli sıkmayan beyefendi belediye başkanları, millet vekilleri, hatta bakan, başbakanlar normal karşılanabiliyor mu? Kutlamalarımız, taziyelerimiz, Ramazan eğlencelerimiz, açılışlarımız Fıkıh referanslı değil de altı ok ucuyla yontulmuş yeni, modern, muasır halkın keyfine göre mi icra ediliyor?
İslamlaşırken, dinin fıtratına inkılabın oranının artması şimdi elimizde. Madem bir yenilikten söz ediliyor, yenilenmenin kaynağı TAM ve KAMİL manada en yeni olan İSLAM’a dayanan insan ve mantıktan da söz edilmeli. İNŞALLAH