Ülke kurulurken, kurucu irade elinde İslama dayalı/ İslamdan referans alan siyasal sistem dönüştürülürken, yeni hukuk sisteminin ne olacağı/hangi değerlere dayanacağı 1. Meclisin tartışma konusu olmuş, sahir ekseriyetin kanaati sarsılmaz ve tartışılmaz Kur’an ve sünnet merkezli hukuk talebi olunca bir şekilde kurucu meclis yerini garp mukallidi melenin tahakkümü altındaki ikinci meclise yol açılmıştı.
Asırlarca Kur’an ve sünnet merkezli hareket etmeye çalışan, örfü, geleneği, kültürü ve ahlakı İslami değerlerle oluşmuş halk ve devlet, Çanakkale’de içeri sokmadıkları düşmanın içerdeki uzantılarının organizasyonuyla neredeyse tüm vatanın işkalini izlemek ve canı ve kanıyla bedelini ödemek durumunda kaldı. Ve topraklarını düşmandan temizlemek özellikle Batı Anadolu’da ayağa kalkışı, direnişi ve savunma başarısının ardından, güle oynaya geldikleri toprakları, yine güle oynaya terk eden İtalyan, İngiliz, Fransız ve sair Avrupa ordularının gidişinin ardından İslami devlet anlayışından, dini ahret mevzusu, yaşamayı dünya mevzusu sayan yeni rejimle bedel ödediğini yıllar sonra anlayacağı bir ortamda buldu kendini.
Yeni rejimde millet aynı, yönetim farklı olacağından devlet değneği de sağlam tutuluyordu. İtirazlar olmadı değil. Lakin dar ağacı da yok değildi. Yeni şeyler konuşacak insanlara şimdi, İslami referanslı anayasa değil batı referanslı anayasa lazımdı. Ve Laiklikle tanıştık. Anayasamız tanıştırdı bizi.
3 Mart 1924'de yapılan kanuni düzenleme ile Hilafetle birlikte Şer'iye ve Evkaf Bakanlıkları da kaldırılmıştır. Ayrıca yine aynı gün Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile (Öğretimin Birleştirilmesi) dini eğitime son verilmişti. Böylece milli eğitim dönemi başlamıştır. Bu gelişmeler, hukukta laikliğe yönelmenin öncüleri olmuştur. 8 Nisan 1924 tarihinde şer'i hukukun uygulayıcıları olan Şer'iye Mahkemeleri kaldırılmıştır.
17 Şubat 1926'da kabul edilen Türk Medeni Kanunu ve 22 Nisan 1926'da kabul edilen Borçlar Kanunu İsviçre'den, 1 Mart 1926'da kabul edilen Ceza Kanunu ise 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu'ndan alınarak yürürlüğü girmiştir. Bu kanunları 1927'de yürürlüğe giren İsviçre'nin Neuchatel Kantonundan alınan Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu takip etmiş, 1929'da ise yürürlüğe giren 4 Nisan 1929 tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu da Almanya'dan alınmıştır.
9 Haziran 1932 tarihli İcra ve İflas Kanunu'nun da büyük bir kısmı İsviçre'den alınmıştır. Ticaret Kanunu ise muhtelif ülkelerin mevzuatından geniş ölçüde iktibas edilerek hazırlanmıştır.
Yani Hristiyan kültürü ve medeniyetinin insanları için tasarlanmış, hazırlanmış, onları özendirmek, bir arada tutmak, suçtan caydırmak için toparlanmış kanunlar, asırladır yüce Allah’tan başka kanun koyucunun emrine girmemiş millete elbise, hem de demirden elbise olarak giydirildi. Tabi ki uymadı ve ne kadar zaman geçse de uymayacak. Nasıl uysun ki? Cennet arzusuyla emellerini erteleyen, aklından ve karlılığından önce Allah’ın ve Rasulünün memnuniyetini şiar edinen insan,her mevzuyu paraya ve Hıristiyan çıkarlara bağlamış insanların diktiği batı elbisesini nasıl giysin? 15, en çok 18 yaşına gelince evden kovulan ya da evini terk eden genç için yapılan kanunlar, babası ölene kadar ona bakmayı görev bilen müslümana nasıl uysun?
Bu kanunların temelini oluşturan, tahrif edilmiş Hıristiyanlık dünya görüşü olan, Din vardır Hayata uygulanamaz görüşünün dayandığı laiklik, hayat din varsa hayattır diyen islamla nasıl buluşabilirdi ki? Adı hep oldu, ama garantisi dayanıklılığı devletin demir değneği kadar oldu.
Şimdi aradan geçen bir asra yakın süredir bu demir elbisenin kilidini arayan ve tahakkümden kurtulmak isteyen Milletin Meclisinin Başkanı Sayın İsmail KAHRAMAN, kilit burada diye bağırıyor. Bakalım anahtarı elinde tutanlar anahtarı kilide sokabilecekler mi, ya da anahtar sahtedir de kilidi açamayacak mı? Tam kilitle anahtar buluşacakken birileri senaryo buraya kadardı, bir başka bahara mı diyecekler? Ok yaydan çıktı, mızrak çuvala sığmaz artık. Bekleyip göreceğiz.