“Atla Gel Şaban” filmini izleyenleriniz bilir, minibüs macerası hep aynı şeyleri hissettirir, her defasında beklenen şeyler mutlaka başına gelir ve Şaban sonunda altılıyı tutturur. Benimki de o hesap.
Henüz ne altılıyı tutturdum ne de sayısalı ama ne zaman otobüse binsem mutlaka beynim farklı düşüncelere ev sahipliği yapar, sorgular ya da saçmalar ama hiç boş durmaz. Aklıma hep “Şiki Şiki Baba” kaseti gelir. Getirin o kaseti, bakın neler olacak! Valla ben de merak ediyorum…
Bana ayrılmış gibi hissettiğim en arka koltuğun bir önündeki dörtlünün pencere kenarına iliştim. Geri kalan üç koltuk zaten doluydu bindiğimde ve aynı şekilde yine karşımda turistler, yanımda oturansa bir Antalyalı…
Aramıza koridor girip birbirimizi ancak yandan görebildiğimiz bir Rus çift de arka kapıya yüzlerini dönmüş vaziyette. Yanımdaki Antalyalının kulaklığından son ses cıstak cıstak.. Yandaki genç Rus çift o kadar yüksek sesle Antalya haritasıyla meşgul ki, “o orada değil bak, burada!” diye atılma isteği uyandırıyor. Ve karşımdakiler…
Karşımdakiler pek tatlı. 65-70 yaşlarında bir çift. Nerede bir şık bir mağaza, yapay şelale ya da park havuzu görse kocasını omzuyla dürtüyor, parmak işaretiyle göstereceğim diye uğraşıyor. Kocası başında su varmış da dökülecekmiş hissiyle ağırca bir hareketle kafayı çeviriyor; “Hmmm! Da, Daa!” diye ancak seslenebiliyor.
Kadının yüzünde gülümseme, devam ediyor, ayrı bir dünyada yaşıyor sanki. Yüzü gülünce ay gibi parlıyor, gözleri yumuşacık bir mavi ve çok derin bakıyor. İçten içe kadının arzu dolu Antalya aşkına bakınca, ben bile her gün gördüğüm yerlere daha bir dikkat kesilir oldum. Bu arada bir şey sorarlarsa diye de kendi kendime içimden sorup, cevaplar veriyorum.
Kadın kocasına; “Bak canım burada da otel var, hem gezeriz, park ne kadar da büyük, burada mı kalsak” (o sırada eski Dedeman, şimdiki Akra Barut’un önünden geçiyoruz) “İstersen burada inelim, mağazaları biraz dolaşırız”, “Ay heykeli gördün mü, fotoğraf çekiniriz” gibi arada anlayıp, çevirebildiğim cümleler oluyor.
Es kaza kadınla göz göze geldik ve o zamana kadar bir şey sorarsa ya da “Bilmem ne nerede, şuraya kaç durak var?” gibi sorular yöneltirse, bilmezlikten gelmeyeyim, ilgileneyim diye kafamda bu soruların genellemesini yapıp, kendi kendime havada uçuşan ancak benim gördüğüm cevap cümleleri oluşturdum. Derken, hooop(!) beklenen an geldi.
Gözlerimizin teması ve benim kendimi alamadığım tebessümüm kadını bana yöneltti. “Ah Özge! Hadi konuş şimdi” dedim içimden ki birkaç saniye selamlaştıktan sonra o malum soru da arkasından geldi. “Kalekapı nerede, nerde inelim, siz biliyor musunuz?” Evet, tabii biliyordum, “Tam 20 dakikadır bu olası sorularına cevaplar hazırladım.” Dedim içimden. Hemen takır takır cevapladım. Kadın içtenlikle teşekkür etti ve iki dakika sonra başladı anlatmaya.
Tabi kadın Antalya’da yaşayan, her cümlesi rehber olabilecek biriyle karşılaşmış, susar mı hiç… Üçünü anlıyorum beşini anlamıyorum, o kadar hızlı konuşuyor ki, durduramıyorum. Onun yüzünün ifadesi değiştikçe, benim ki de ona nazaran değişiyor ama sürekli konuyu kaçırıyorum. Sanırım arada yönelttiği başka sorular da oldu ancak ben es geçince (istemeyerek) kadın sustu. Sustu ama etrafımdakiler onca konuşmayı aramızda karşılıklı diyalog sandılar ve kalan Rusların da soru sormasına sebebiyet verdim.
İyi ki iki kafa salladım gülümseyerek, toplayamıyorum artık durumu. İpin ucu kaçtı. Hafızamda kurduğum diğer cümleleri söyleyecek soru da yok arada. Zaten yanlış bir şey söylerim diye çekiniyorum ki en büyük hatamız milletçe bu yabancı dil geliştirme konusunda. Ne diye çekiniyorsun işte biliyorsan konuş, çat pat da olsa anlat hikâyeni ama yok, nerde… Ya tam olacak, bir Rus gibi konuşacağım ya da susacağım.
Neyse “Kalekapı” durağına geldiğimizde haber verdim. Güya haber verdim, “Ben söylerim, siz bekleyin” diye tasarım cümlemi sunmuştum ya daha önce. Ama şoför onu da elimden aldı. Haydi “KALEKAPI KALEKAPI” diye bir bağırdı. Kim bekliyorsa indi.
Kadınla tekrar göz göze geldim ve bir anne sıcaklığıyla omzumu tuttu. Giderken birbirimize gülümsedik. Ben daha çok kendime gülüyordum ya. Kim bilir ne düşündü kadıncağız, neler söyledi de anlamadım, ah ahh.. İnince ne diyecekti acaba, kafasında görünmeyen bidonlarla hareket eden memnuniyetsiz eşine?
Onlar indi, ben kafamda deli sorular devam ettim yolculuğuma.