Yazı ortaladık. Türkiye genelinde yaz mevsimi son ayını yaşıyorken, Antalya’mızda Eylül -Ekim aylarına kadar süren sıcak hava, yaz hevesimizi doruklara taşıyor.
İklimiyle, toprağının verimiyle, havası suyu, deniziyle, dünyanın göz bebeği cennet memleketimizde üretimin sınırlı olması, yaz sebze- meyvelerini halen uçuk fiyatlarla satın almamıza sebep.
Bu mevsimde hıyar 1 TL’nin, yaz domatesinin, dolmalık ya da sivri biberinin 1,5 TL-2 TL‘nin, nereye eksen fışkıran Akdeniz yeşilliklerinin 0,50 TL’nin üstüne çıkmaması gerekirken, pazar fiyatları bu rakamların en az iki katı değerinde.
Hepimiz biliyoruz ki, narenciyenin merkezi olarak görülen memleketimizde portakal, mandalina, turunç, limon kolaylıkla yetişiyor hatta sadece yaz aylarında da değil, yediveren limon ağaçları bu kadar betona dönmemişken, her evin bahçesinde her mevsim bulunabilirdi. Turunç olmayan ev yoktu nerdeyse. Her yemeğe ayrı bir tat, lezzet verirdi.
Kabuklarından yapılan reçeli buralardan ne çok sipariş almıştır. Şimdi caddelerde sadece budanarak yetiştirilen sembolize olmuş turunç ağaçlarının meyveleri trafiğin, egzoz kokusunun içinde bakımsızlık ve zamanında toplanmaması sebebiyle yollara saçılıyor. İş satın almaya gelince fiyatı uçuyor.
Buna ek olarak, yaz sebzelerimiz patlıcan, bamya, biber, domates üretiminde de harikalar yaratan ılıman iklimimiz ve güneşimiz var. Bu sebzeleri yazdan kurutup, kışın kullanırdık. Patlıcanı, bamyayı öyle kurutmalık 15-20 kg almak artık o kadar da kolay değil. Bamyanın kg 15 TL den başlıyor, patlıcanın iyisi 4 TL. Yaz aylarında domatesler kasayla alınır, domates salçaları hazırlanırdı. Salçalık domates bulmak şöyle dursun, salça yapılacak kadar almak ateş pahası.
Daha bitmedi, Antalya’ya ilk olarak 1930’lu yıllarda Amerika’dan getirildiğini duyduğum avokado, için harika bir verime sahibiz. Kendi faydası saymakla bitmezken, yaprakları kaynatılıp demlendiğinde şeker rahatsızlığına ve böbrek taşı düşürmeye de etkili bir şifacı.
Bugün tanesini 5-6 TL’den alıyoruz maalesef. Haftalık Pazar yapan üç kişilik bir aile, haftanın üç günü bir avokado yese 45 TL yi gözden çıkarması gerekir. Keza incirimiz, karpuzumuz, kavunumuz da gani gani yetişir toprağımızın her yerinde ama hala fiyatları cep yakıyor.
Ayrıca Antalya’mızla özdeşleşmiş meyveleri de pazarda görmek zorlaştı artık. Üretimi mi durdu acaba? Bilen varsa söylesin. Şimdi hatırlayacaksınız…
Antalya’da ‘altıntop’ ya da ‘kızmemesi’ adı verilen şadok, dışı özenle soyulup, içi tuzlanıp yenilirdi. Ekşimsi hafif acımtırak güzel bir tadı vardı.
Ya Frenk yemişi? İçindeki güzelliğe erişmek için büyük zahmet ve meziyet gerektiren dışı dikenli, içi çekirdekli, adına babutsa, kaynanadili, dikenli yemiş de denilen tatlı meyvemiz.
Ağacı 80 yıl meyve verebildiği söylenen bergamotu göreniniz var mı? O da şadok gibi yenir. Hatta meyvesinden elde edilen yağ ve esanslar, dış ülkelere parfüm yapımında kullanılmak üzere ihraç edilirdi. Çaya da muhteşem lezzet verir.
İçeriğinde yüksek miktarda bulunan selenyum sebebiyle saç dökülmelerine de iyi gelen küçük tatlı kayısıgillerden bir meyvemiz daha vardı. Antalya’mızın Zerdalilik mahallesine adını veren zerdaliyi de hatırlamışsınızdır.
Zerdali gibi adını yine bir mahallemize veren hurma da burada yetişiyor. Türkiye’ye dışarıdan ithal edilenlerin aksine bu sulu ve birçok derde deva, değerli antioksidanlar içeren cennet meyvesi amme, metabolik rahatsızlıklara faydalı olup, bağışıklık sistemini onaran, bedenimizi yazdan kışa hazırlayan mükemmel tat ve aroma olduğunu da belirteyim. Ayrıca pekmezi de harika olur.
Şahsen hafta sonu tüm pazarı dolaştım, bulamadım birçoğunu. Pazarcı esnafı “Nerde kızım o eski meyvelerimiz, bulsak kendimiz yiyeceğiz” diyor. Anca köylerde tek tük kalmış ağaçlar varmış ama pazara gelebilecek kadar çok değilmiş.
Bu meyveleri bulsalar avokado gibi neredeyse taneyle satacaklar sanırım. Bu güzel üretim bölgesinde yetişen meyve sebzelerimize ulaşmak bu kadar zor olmamalı. Cennetimizi daha fazla yok etmeden üretimi çoğaltıp, toprağımıza sahip çıkmalıyız. Bu gidişle kendi memleketimizde yetişen ürünlerin tohumunu da dışarıdan almaya mecbur kalacağız. Hem dışarıdan alınan kapitalizm tarım tahakkukunun tek ekimlik tohumuyla öyle 80 yıl filan ürün alamayacağız.