Göçmenlerin zor anları başladı bile. İnsanlık bir kez daha ağlıyor. Zorba hareketler sergileyen Yunanistan, sınırda can alıyor. Çocuklar perişan. En doğal hakları olan yeme-içme-barınmadan yoksunlar. Kimsesizler, şaşkınlar…
Kapılar açıldı ama girişlere izin yok. Bunca insan, milyonlarca umut, insanlığın hazin yalnızlığını paylaşıyor. İnsanlar daha iyi yaşamlar için, özgür hissetmek, evlatlarına iyi bir gelecek hazırlamak, kabul edilmek üzere birer sırt çantasıyla çıktıkları yolda ölümle mücadele ediyorlar.
Oysa Avrupa’ya açılan kapıda Avrupalı hümanistlerin hayalini kuranlar vardı. Ülkelerindeki zorbalıkla mücadelede yenilip, topraklarını canları için, yine canları pahasına terk eden göçmenler sınırda karşılaştıkları muamele sonucunda insanlığın ne demek olduğunu bir kez daha anlamışlardır umarım.
İnsancıl Avrupalılar Hümanist olarak adlandırılıyordu değil mi? Neydi Hümanizm, tüm dünya ile barış halinde olma, insanın insanı sevmesi, insanın insana fayda sağlaması, insanın insana saygı duymasıydı. Hümanizm, dil-din-ırk gözetmezdi. İnsanlık adına yaşanan ömürler vadederdi hümanizm. Fikirlerine değer verdiğim Doç. Dr. Şafak Nakajima’ya göre de akıl ve şefkatin birlikteliğinin adıydı Hümanizm.
Çok manidar olacak ama hümanist düşüncenin tarihine bakılacak olursa, çıkış yeri; Antik Çin, Hindistan ve Yunanistan diye biliniyor.
Dr.Nakajima, hümanizm felsefesinin doğuşundan sonra bilimsel devrim ve aydınlanma yoluyla modern laikleşmeye ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne uzanan bir yoldan bahsediyor.
Hümanist bir insanın özelliklerinden bahsederken;
“İnsani ve yaşamsal sorunların çözümünde aklı ve bilimi esas alır.
Kendisini evrenin bir vatandaşı olarak görür.
Her tür ayrıcalık, ayrımcılık ve hoşgörüsüzlükten uzak, ilerici ve merhametli bir dünyaya özlem duyar.
Küçük ya da büyük her tür kararını, tüm canlıların iyiliğine duyarlı bir etik anlayışla vermeye dikkat eder.
Açık ve çoğulcu bir topluma inanır.
Demokrasiyi: insanların ve diğer canlıların haklarını otoriter seçkinlerden ve baskıcı çoğunluktan korumanın en etkin yolu olarak görür.
Din ve devletin mutlak ayrılığı ilkesine bağlıdır.
Irk, din, cinsiyet, yaş, milliyet, inanç, sınıf, cinsel yönelim veya etnik kökene dayanan bölücü yaklaşımlar yerine ortak iyilik için çaba gösterir.
Toplumsal adaleti güvence altına almak amacıyla sorumluluk üstlenir.
Yardıma ihtiyacı olanların ve engellilerin iyi yaşam haklarını savunur.
Doğruluk, dürüstlük, merhamet, hoşgörü, özveri ve sorumluluk, ahlaki ilkelerinin temelini oluşturur.”
Diyor ve ekliyor;
Hümanist; kötümserlik yerine iyimserliği, umutsuzluk yerine umudu, dogma yerine gerçeği, cehalet yerine öğrenmeyi, sorumsuzluk yerine sorumluluğu, suçluluk ve günah yerine erdemli gelişimi, ayrımcılık ve düşmanlık yerine hoşgörü ve şefkati, bencillik yerine dayanışmayı, kin ve nefret yerine sevgiyi seçer.
Şimdi nerede hümanizmin doğduğu topraklarda varlığına şahit olunamayan hümanistler?
Nerdeler, Shakespeare, Immanuel Kant, Denis Diderot, Charles Darwin, Marie ve Pierre Curie, Sigmund Freud, Nehru, Albert Einstein, Jean-Paul Sartre, Isaac Asimov, Francis Crick, Carl Sagan, Richard Dawkins, Umberto Eco, Stephen Hawking ‘i savunan cengâverler!
Bu cengâverler sadece benim ülkemde mi var?