Sosyal medya kullanımı doğru zamanlama ve iletişime yönelik kullanıldığı zaman oldukça faydalı hatta ucuz yollu reklamları da desteklediği için tanıtım alanında da başarılı bir uygulama platformu. Ancak kullanıcıların hangi amaca hizmet ettiği kendi inisiyatifinde olduğu için paylaşımlarda maalesef kısıtlama ya da engelleme durumları yok.
Dikkat ettiniz mi hiç? En yakın arkadaşlarımızın sorunlarından haberdar olsak bile sosyal medyada hep mutlu, o ortamdan bu ortama akan ya da daima rahat bir hayatın parçası gibi algı yaratacak fotoğraflar paylaştıklarında bile sorunlarını sadece bizimle paylaştığı için, kendimizi özel hissediyoruz ve “Sadece ben biliyorum, bana özel anlattı, herkes bilmek zorunda değil!” Gibi cümlelerle kendimizi avutuyoruz ve sonuç itibariyle şuan yaşadığı hayatla uyumsuz bile olsa paylaştığı her şeyi beğenip, “Harikasın, böyle devam et” gibi gaz cümleleriyle de destekliyor ve eller alışverişte görsün durumlarını sessizce onaylıyoruz.
Yazılan çizilenler her ne kadar anlamlı da olsa, paylaşımcının hislerini de yansıtsa, genel anlamda görsel paylaşımlar insanların daha fazla aklında yer ediyor sanki.
Birinin ekonomik sıkıntılar yüzünden zor durumda olduğunu duyduğunuzda “İki gün önce arkadaşlarıyla şu barda göbek atıyordu ama! Ya da “Daha geçenlerde bilmem ne marka kıyafetiyle bilmem kimin düğününde boy göstermişti ama” Gibi konuşmalara yön veren yargılarla, içinde bulunduğu durumu farklı yansıtma çabasındaki paylaşımcılara çanak tutmuş oluyorsunuz.
İnsanlar, sessiz iletişim yöntemlerini ön yargıyla değerlendirerek farklı sonuçlar elde ediyor. Maalesef sosyal medya üzerinden verilen mesajlarda algıda seçicilik yaratıldığı unutuluyor.
“Eşiyle, sevgilisiyle arası açık mı, çocuğunu hangi okula yazdırdı, doğum gününü kimlerle nasıl kutladı, arkadaşlarıyla nereye takıldı, dün gece kimlerle dışardaydı?” Gibi soruların cevaplarını sosyal medya etiketlerinden, yer bildirimlerinden ya da görsellerden faydalanarak öğrendiğini zanneden özenti takipçiler, maalesef ki zannettiklerinin ardını kollamadan durumdan haberdarmış gibi hareket edip doğru-yanlış yargılarla insanları kategorize edebiliyorlar.
Bu durumları irdeleyip daha gerçekçi ve samimi olma yolunda yaklaşımlar göstermemiz gerektiği inancındayım. Son zamanlarda toplu aile intiharlarında 11 kişiyi kaybettik. Önce İstanbul, ardından Antalya ve Bakırköy. Duydukça içimiz yandı, ciğerlerimiz köz oldu. Sosyal medyada farklı resmedilen hayatlar, gerçekte kendilerini yok edecek duruma gelmişler ve ne acıdır ki, kimse fark edememiş. Sosyal medyanın amacını kendimize göre değerlendirip öyle bir nokta geliyoruz ki, konu komşudan, yakın arkadaşlarımızdan hatta akrabalarımızdan bile onların paylaşımları aracılığı ile haberdar olduğumuzu düşünüp, tebrikleri, kutlamaları, bayramları seyranları, geçmiş olsun dileklerini bile bu platformlar üzerinden tertipliyoruz.
Bir insanın telefonla iletişim esnasında bile derdi, kederi, bir sıkıntısı varsa devam eden konuşmada bir yerde sesi kırılır, boğazı düğümlenir, bir yerde kendini ele verir, anlarsın. Bir insanın yüzüne baktığında istediği kadar olan biteni saklasın, illa ki bir yerinde açık verecek anını yakalarsın ama fotoğraflar öyle mi?
Daha gerçek, daha samimi, daha içten olabilmek adına yüz yüze iletişime ihtiyacımız var. Sevdiklerimizin sesini duymaya, sesini duyduklarımızın iyi gününe, kötü gününe katılmaya, destek olmaya ihtiyacımız var. Birlik olmaya, değer bulmaya ve değerlerimizin farkına varmaya ihtiyacımız var. En azından yargılamadan algılamaya, algıladıklarımızı sorgulamaya, sorguladıklarımızın doğruluğunu kanıtlamaya ihtiyacımız var. Bunu ne kendimize çok görelim ne de sevdiklerimize. Gerçek iletişimin kıymetini, dostluğu, vefayı, can olmayı geçmiş yıllardan, anlatılardan değil, yaşadığımız anda öğrenelim istiyorum.
Belki birçokları için çok şey istiyorum ama artık pırıltılı görsellerin arasında sessizliğin içinde yok olan, kimsesizliğini saklayan canlar istemiyorum. Birilerinin kimsesi olmak o kadar da zor değil…