Mazeret mi? / Bahane mi?
Yaşantımızda her şey yolunda gitmeyebilir. Hepimiz farklı hayat şartlarının üstesinden gelmeye gayret ediyoruz. Bu gayrette kimi zaman sorunlar karşısında sebep- sonuç ilişkisine pek yer vermeden ilerleme, yerinde sayma ya da gerileme kaydediyoruz.
Önemsediğimiz halde durumu kontrol edemeyip gerileme yaşadığımız mevzularda genellikle durumu, mazeret bildirmek ya da şahane bahanelerimizin ya gerçekten mazeret olduğuna inanarak ya da inandırarak ifade ediyoruz.
Aynı şekilde yerinde sayma ve ilerleme kaydetmekte zorluk çekiyorsak, genellikle kendi bahanelerimizin mazerete dönüşmesinden kaynaklı kendimize olan inancımızı kısıtlanmasıyla meydana geliyor. Bu bahaneler ilkinde mazeret gibi gözükse de zamanla yumuşatıcı bir bağışıklık yaratarak “Kafayı taştan taşa vurmak” deyimini somutlaştıracak derecede inatçı, sert bir kayaya dönüşüyor.
Peki, bütün bunları idrak eden birisi nasıl ilerleme sağlıyor?
Bahaneleri sunarken detay kullanarak ve zorluk derecesini yükselterek “üstesinden kim olsa gelemezdi” bilinciyle hareket etmeyi bırakıp, hiçbir mazeret kabul edilmeksizin kendisini oluşumun içine adamış ve sadece başarıya odaklanmış kimselerin öngörüleriyle ilerleme kaydedilebilir.
Mazeret ve bahane arasında inanılmaz ince bir çizgi varken, aradaki farkın büyütme çabası, bunu yaratan çevrelerce de uygulanması anlamını taşıyor bana göre. Ki “Kusurun ortadan kalkması” anlamı sebebiyle mazeret olarak değerlendirilen durumlarda, faile ceza bile verilemiyormuş. Bu durumda, “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz." kuralı ile karşılaştırıldığında, cebir ve tehdit altında işlenen suçlarda failin kusuru bulunmayacağı için bu durumların "mazeret" sayılacağı kabul ediliyor.
Genellikle bu tarz düşünen zihniyette mazeret; "bir kimseyi özürlü gösteren durum veya olay" ve "özürlü olarak gösterilen gerekçe" gibi anlamların yanında, bahanenin bir tık üstünde bir inandırıcılıkta sunulsa da bahane manasında kullanılmamaktadır. Oysaki bahane sözcüğü; "bir şeyin gerçekliğinin üstünü örtmek için uydurulan ve öne sürülen sebep" anlamındadır ve ‘bahane bulmak, bahane aramak, bahane etmek’ gibi deyimlerden de bilindiği üzere sonuç itibariyle negatif tavır sergilemektedir. Bu durumda bir oluşum, iş ya da her hangi bir şeyin geçerli sebep yüzünden (!) yapılamadığı durumlarda mazeret; bilinçli olarak yapılmayıp ve bu eksikliğin uydurmalarla desteklenip yapılmamasına da bahane diyebiliriz.
Yani kısacası, hem dile getiren, hem de dile getirilen üzerinde “mazeret” hoşgörü hissi uyandırırken, “bahane” sinirden kudurtur.
Birisi, ‘yapamamak’; “Arzu ettim, çok istedim ama yapamadım, olmadı, olduramadım, kim olsa bu durumda olduramazdı” anlamına eşlik ederken diğeri, ‘yapmak istememek’ anlamına gelir. Yapamamak ve yapmak istememek arasındaki fark, sonuç itibariyle aynı kapıya çıkmasına karşın, biridaha kolay kabul edilebilir sanki.
Bahanelerin gelişmiş hali diye adlandırdığım mazeretler taş duvarlara dönüşmeden kafayı kurtarmanın yollarını bulmak gerek. Yoksa kafayı duvardan duvara vursan ne çare. Ne ömür bahanelere yer verecek kadar uzun ne de mazereti değerlendirecek kadar anlayışlı…