İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun geçtiğimiz günlerde, “Arapça tabelalar Türkçe ’ye çevrilecek” sözlerinden sonra Kilis’teki Arapça tabelalar kaldırılmıştı. Bu haberle içimin yağları eridi. Bu güzel dönüşümle, milli değerlilerimizin başında gelen ‘dilimizi koruma’ görevini bir nebze de olsa yerine getirebileceğiz.
Suriyeli esnafların ülke sınırlarımız içinde kendi kimliklerini rahatça ortaya koyup, kendi dillerindeki tabelalar konusunda, Suriyeli kanaat önderleri ve esnaf temsilcileriyle toplantı yapılmış, her tabelanın yüzde 75’lik bölümünde Türkçe, yüzde 25’lik bölümünde Arapça yazılmasında karar kılınmıştı. Şu ana kadar 531 Suriyeli tabela da Türkçesiyle değiştirilmiş.
Bakan Soylu’nun açıklamasına göre altı ay içinde ülkemizdeki tüm Arapça tabelalar da Türkçe’ ye çevrilecek, altlarına Arapça karşılığı daha küçük bir şekilde yazılacakmış. Tabelanın altına Arapça yazmaktansa, ayrı bir platformda açıklama yazılması daha doğru olur diye düşünüyorum.
Bu yabancı tabela mevzusu Antalya’da da aldı başını gitti. Turizm kenti olması nedeniyle yabancı tabelalar oldukça fazla. Daha önce geçmiş dönem belediye başkanımız Menderes Türel de bu konuya değinmişti. Türel, turizm açısından Antalya'da yabancı dilde yazılan tabelaları engellemenin mümkün olmadığını ancak esnaf odalarında ve ticaret sanayi odalarında yabancı isim tescilinde farklı bir tarife uygulanmasının önemini dile getirmişti.
Buna rağmen, görüyorum ki turist yüzü görmeyen ara mahallelerdeki küçük esnaftan tutun, büyük alışveriş merkezlerine, otellere, tatil köylerine kadar her yerde yabancı isimler kullanılmaya ve artmaya devam etti.
Bu kadar yabancı dil merakı nereden geliyor. Yabancı dil öğretiminin, algının yüksek olduğu daha küçük yaşlara inmesini destekliyorum ama bu kadar hayatımıza girip, dilimizi yozlaştırmasını üzücü buluyorum. Özellikle İngilizce isimlerin tercih edilmesi Avrupa karşısında hissettiğimiz eziklik duygusundan mı, anlam veremiyorum.
Babam, “Öğrenebildiğiniz kadar dil öğrenin, hatta düşmanının dilini dahi öğren ki, senin hakkında ne düşünüyor, bil.” Der her zaman. Ben de yıllarca önem verdim bu konuya ama bir ayrıcalık beslemedim.
Adamlar dışardan gelip, Türkiye ‘de esnaflık yapıp, hala milli şuur(!) içinde kendi dillerini yaymaya, varlıklarını net bir şekilde ortaya koymaya çalışırken, biz bu duruma kızgınlıkla yaklaşıyor ama iş yerimizin, sitemizin, evcil hayvanımızın, projemizin, markamızın hatta evladımızın adını YABANCILAŞTIRMAK için uğraşıyoruz. Bu süreçte kendimize de yabancılaşıyoruz.
Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, bu günleri görürcesine, “Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir. Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı, böylece, yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Demiştir.
Sanki bunu dünyaya söyledi, onlar anladı da biz anlayamadık. Ağzımız açılınca neler söylüyoruz neler, uygulamaya gelince tökezliyoruz. Hep bir şeyler yarım, hep eksik kalıyor. Özgüven kazanımı artacağına azalıyor. Bu özenti ve değersizlik duygularıyla her gülene göz kırpmayı bir şey sanıyor, bölünmeye, parçalanmaya, yok olmaya davetiye çıkarıyoruz.
Dil, milli şuuru besleyen en önemli değerdir. Milletimizin varlığı dilin varlığı ile mümkün. Her yeni gün, sosyal medyada küreselleşmek(!) adına, yabancı kelimelerin daha fazla kullanılması ve dünyada kendine bir yer edinebilme, ismini gösterebilme çabası içinde olmak ne acı.
Avrupa ülkeleri hatta görüldüğü üzere Suriyeli vatandaşlar bile kendi öz benliğiyle hareket ederken, bizlerin kendi benliğimizden sıyrılıp başkalarına benzeme, özenme, onlar gibi olma hevesimiz ülkemizi parçalayacak yabancı gayelerin bir oyunudur.
Bakan Soylu’nun bu değerli atılımı için teşekkür ediyor, milli değerlerimizi her adımda destekleyip, geleceğe taşıması için tüm vatandaşlarımızın, özüne, diline, tarihine, geçmişine ve geleceğine sahip çıkmasını arzu ediyorum.